Hamas lideri İsmail Heniyye'nin Tahran'da uğradığı suikast sonucu hayatının kaybetmesinin ardından tüm gözler İran-Hizbullah ve İsrail eksenin yaşanacak gelişmelere çevrildi. Siyonist yönetimin Filistin direnişine darbe vurmak ve sahadaki motivasyonu kırmak için Heniyye'ye gerçekleştirdiği alçakça saldırı, 7 Ekim sonrası bölgede oluşan yeni atmosferi çok farklı bir noktaya taşıdı. Nasıl ki Aksa Tufanı ile modern Orta Doğu'nun en yapısal kırılmalarından biri meydana gelmiş ve siyasal, toplumsal ve ekonomik etkileri sonraki yıllarda da derinden hissedilecek bir moment oluştuysa, Heniyye'nin şehadeti de benzer şekilde tüm dengeleri sarsarak yeni bir gerçekliği meydana getirecek düzeyde bir gelişmedir. Saldırıda hedef alınan kişi kadar saldırının mekânı da meseleyi daha karmaşık bir hale getirmekte ve bölgedeki siyasal kırılganlığı artırmaktadır. Dünyanın yeni bir savaş beklentisi ve tedirginliğine girdiği bir dönemde Siyonist yönetim, bu eylemiyle tüm insanlığın geleceği için başlıca tehlikelerden biri olduğunu bir kez daha ispat etmiştir.
Gazze soykırımında on ay geride kalırken bugüne kadar Netanyahu Hükümeti'nin gönülsüzlüğü ve Biden yönetiminin ikiyüzlü tavrı nedeniyle ateşkes müzakerelerinde bir türlü mesafe kat edilemedi. Katliamların sona ermesine dair beklentilerin günden güne azaldığı bir ortamda adil ve sürdürülebilir bir ateşkes için tüm gücüyle çalışan, vakur duruşu ve vizyonuyla Filistin'in geleceği için umut aşılayan Heniyye'nin öldürülmesi, işgal devletinin saldırganlığı durdurma niyetinde olmadığının en somut göstergesidir. Netanyahu'ya ABD ziyareti esnasında gerek Başkan Biden ve ekibinin gerekse Kongre üyelerinin gösterdiği teveccühle işgal devletinin şahin kanadının daha da cesaretlendiği son günlerdeki nokta atışı operasyonlarından anlaşılmaktadır. Savaşın sınırlarını genişletmeyi tek çare gören Netanyahu ve kabinesinin Heniyye'nin kanı üzerinden kurguladığı strateji, bölgenin dinamiklerini bir daha geri dönüş olmaksızın sarsma potansiyeline sahip bir düzeydedir.
Niçin Heniyye ve Niçin Tahran?
İşgal devleti Gazze'yi ilhak edip Filistin'in en güçlü siyasal yapısı Hamas'ı ortadan kaldırmak için sürdürdüğü saldırılarda geride kalan süre zarfında tam manasıyla bir kazanım elde edemedi. Aksine yüzleştiği güçlü direniş karşısında stratejik bir mağlubiyet yaşayan Tel Aviv, içine düştüğü çıkmazdan kurtulmak için radikal adımlarla süreci tersine çevirme yolunu tercih etti. Uluslararası kamuoyunda meşruiyetini ve itibarını kaybeden Siyonist yönetim, Batı toplumlarından yeniden destek bulabilmek adına savaşı genişleterek "öteki" üzerinden kendisine bir mağduriyet hikayesi oluşturmaya başladı. İran ve vekillerinin savaşa dahil olması demek ABD ve İngiltere'nin başını çektiği Batı Blok'unun Tel Aviv'e daha fazla destek vermesi ve işgal devletinin düşmanlarını yıpratacak düzeyde saldırmasına olanak sağlayacak zeminin hazırlanması anlamına gelecekti.
Netanyahu'nun saldırgan siyaseti karşısında 2006 angajman kurallarına göre hareket eden Hizbullah'ın daha öteye geçmemesi ve İran'ın örtülü centilmenlik anlaşması uyarınca somut temastan kaçınan yaklaşımı, Siyonist devletin yönetici elitlerine aradıkları fırsatı bir türlü vermedi. 7 Ekim'den bu yana dini referanslarla soykırımı meşrulaştırmaya çalışan ve genişlemeci stratejisinden asla taviz vermeyeceğini her koşulda ortaya koyan Tel Aviv, yüzleştiği derin mağlubiyet ortamından sıyrılmak ve kaybettiği psikolojik ve söylemsel üstünlüğü yeniden kazanmak için Heniyye'yi İran'ın başkenti Tahran'da şehit etti. Hamas'ın siyasi liderinin öldürülmesiyle Kassam Tugayları'nın direncini kırmayı planlayan Netanyahu ve ekibi aynı zamanda İran'a verdiği açık mesajla da Tahran yönetimini varoluşsal bir krizin içine sürükledi.
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın yemin töreni münasebetiyle İran'da bulunan Heniyye'nin devrim muhafızları tarafından korunan bir yerde suikasta kurban gitmesi, Tahran'ın yıllardır oluşturduğu imaja ciddi gölge düşürdü. İran bugüne kadar kendisini işgal devletinin en büyük düşmanı olarak tanımlarken bir taraftan da İsrail'i "haritadan silme" söylemi üzerinden hem vekillerini konsolide etme hem de Müslüman dünyada manevra alanı oluşturma stratejisini etkin bir şekilde izledi. Filistin direnişine desteğini bir meşruiyet aracı olarak işlevsel bir şekilde kullanan İran, işgal devletini Hizbullah ve diğer vekilleriyle bölgede dengelemeye çalıştı. Sünni dünyanın İsrail'e yönelik radikal adımlar atma iradesine yeterli düzeyde sahip olmamasını bir koz olarak kullanan Tahran, "direniş ekseni" yaklaşımıyla bölgede genişlemeci siyasetini hayata geçirmek için konforlu bir alan tesis etti. Buna ek olarak Tel Aviv ile doğrudan bir karşılaşmaya girmek istemezken beklemediği bir anda başlayan Aksa Tufanı Operasyonu ile yeni bir gerçeklikle yüzleşti. İşgal devletinin ise yıkılan algısını ancak ontolojik düşmanı İran ile yeniden düzeltebileceğine yönelik inancı, Tahran'ı savaşa sürüklemek için en kolay ama en riskli seçeneğe başvurulmasıyla sonuçlandı: İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesi.
Yeni cumhurbaşkanının göreve başladığı ilk günde gerçekleşen bu suikast, İran müesses nizamında gizli ve derin bir çatışmanın yaşandığını ve güvenlik mimarisinde oldukça stratejik çatlakların bulunduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Suikastın hangi araçla ve ne surette gerçekleştiğine dair resmi bir açıklama henüz yapılmasa da Siyonist yönetimin sahadan aldığı destek sayesinde bu saldırıyı gerçekleştirdiği açıktır. İsrail'e karşı direnişi örgütlediğini ve desteklediğini iddia eden bir devletin Filistin direnişinin lideri Heniyye'yi koruyamaması, elbette İran'ın tarihinde kara bir leke olarak yer edecek bir gelişmedir. Bundan mütevellit, devlet yapısını ve imajını sorgulamaya açmak istemeyen Tahran'ın işgal devletine karşı güçlü bir misilleme yapmasından başka şansı da bulunmamaktadır.
İsrail'e Misilleme Savaşa Evirilir mi?
İşgal devleti önce Lübnan'ın başkenti Beyrut'taki Şii mahallesi olarak bilinden Dahiye Bölgesi'nde (Hizbullah'ın Beyrut'taki kalbi) düzenlediği nokta atışı operasyonla Hizbullah'ın ikinci ismi Fuad Şükür'ü, ardından da Tahran'da İsmail Heniyye'yi öldürdü. Aynı akşam Suriye, Irak ve Yemen'e de saldırılar düzenleyen işgal devleti, böylece İran ve vekillerinin bulunduğu tüm coğrafyada dilediği an operasyon yapıp dilediği kişiyi etkisiz hale getirme noktasında Tahran'a güçlü bir mesaj verdi. Siyonist yönetimin eli yükselttiği ve saldırganlık hususunda sınır tanımaz bir aşamaya geçtiği bu son süreçte, 12 saat gibi kısa bir zaman diliminde Gazze'deki stratejik mağlubiyetinin üstesinden gelmek için önemli bir psikolojik ve taktiksel üstünlük elde etti.
Tel Aviv'in uzun süredir savaşın sınırlarını genişletme ve Batı desteğini daha fazla görmek için İran ve Hizbullah'ı geniş kapsamlı bir savaşın içine çekme isteği Heniyye ve Şükür'ün öldürülmesiyle büyük oranda gerçekleşti. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah yaptığı konuşmada "yeni bir aşamaya geçildiği" vurgusunu yaparken Siyonist yönetime karşı "temsili değil gerçek bir cevap" vereceklerini ilan etti. Benzer şekilde İran'ın dini lideri Ali Hamaney, Heniyye'nin intikamını mutlak surette alacağını ifade ederken İran yönetimi de BM tüzüğüne referansla misilleme hakkını kullanacağını tüm dünyaya ilan etti. Gelinen nokta itibarıyla sürecin daha kırılgan bir şekle büründüğü gözlemlenmektedir. Sürecin seyrini ise İran ve Hizbullah'ın işgal devletinin suikast eylemlerine yönelik vereceği cevabın mahiyeti ve şiddeti belirleyecektir. Netanyahu Hükümeti, Beyrut ve Tahran operasyonları ile savaş konusunda eli yükselterek İran'a 1979'dan beri karşılaştığı en büyük meydan okumayı gerçekleştirdi. Bir bakıma pimi çekilmiş bombayı Tahran yönetiminin eline vererek sürecin yönelimini belirleme kararını İran'a bıraktı.
Bu gelişmeyle beraber bölgenin siyasal denklemini etkileyecek ve gelecek yılları şekillendirecek iki temel senaryo öne çıkmaktadır: İran'ın savaşa girmesi ya da bölgesel iddiasından vazgeçmesi. İlk senaryoda İran, kendi topraklarında öldürülen misafiri Heniyye'nin ve Hizbullah'ın askeri aklı ve ikinci ismi Şükür'ün intikamını alarak imajını düzeltmek ve vekilleri üzerindeki nüfuzunu pekiştirmek için işgal devletine Hizbullah ve Husiler'in yanı sıra Irak ve Suriye'deki İran yanlısı grupların saldırısıyla toplu ve güçlü bir saldırı gerçekleştirme yolunu seçecektir. Bu adım şüphesiz bölgede gerilimin tırmanması ve savaşın yayılması ihtimalini bünyesinde barındırdığı gibi aynı zamanda caydırıcı nitelikteki güçlü bir saldırıyla gerilimi düşürme potansiyelini de bünyesinde barındırmaktadır. Nitekim savaşın küresel maliyetinin artma olasılığı ABD'nin öncülük ettiği bir müzakere sürecinin başlatılması ve Gazze'de dahil olmak üzere bölgede nitelikli bir ateşkesin sağlanmasına kapı aralayacaktır.
İkinci senaryoda ise İran, artık ekonomik, askeri ve teknik kapasite yetersizliğine ek olarak sosyolojisini de gerekçe göstererek 1979 sonrası benimsenen ideolojik yayılma ve nüfuz stratejisinden vazgeçtiğini duyurarak ulus-devlet kodlarına dönüp kendi sınırları için yeni bir siyaset dizayn etmeye başlayacaktır. Bu durumda ise bölgedeki tüm yatırımlarından ve ideallerinden vazgeçmesi gerekecek ve İran'da devrim sonrası kurulan rejimin hayatta kalma şansı ciddi şekilde zora girecektir.
Bu satırların yazıldığı an itibarıyla İran ve Hizbullah tarafından "gerçek cevap" konusunda bir adım atılmamış olsa da tarafların hazırlıkları ve söylemlerine bakılarak ilk senaryo dahilinde İran ve vekillerinin saldırıya geçmesi daha muhtemel gözükmektedir. Bununla birlikte önümüzdeki saatler ya da birkaç gün içinde güçlü adımların atılmaması İran'ın itibarını daha da sarsacak ve ikinci senaryonun gerçekleşmesine yönelik algıları kuvvetlendirecektir.