Bahar Kalkanı Harekatı'nın 5 Mart (2020) Mutabakatı ile neticelenmesinin ardından Suriye sahasında herhangi bir toprak değişimi yaşanmadı. Sahanın yanı sıra diplomaside de henüz belirgin bir değişim olmasa da Türkiye ile rejim arasında 'normalleşme' olarak anılan bir süreç işletildi. Özellikle Türkiye'deki seçimler öncesinde bir anlamda hızlandırılan diplomasi trafiğinden bugüne değin somut bir gelişme çıkmadı. Geçtiğimiz hafta Beşar Esed'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik "Bizim amacımız Suriye topraklarından çekilmeleri, Erdoğan'ın amacı ise Türkiye'nin Suriye'deki işgalini meşrulaştırmak, bu nedenle Erdoğan'ın koşulları altında, bir görüşme yapılamaz, ben ve Erdoğan neden buluşalım? Meşrubat içmek için mi?" açıklamaları 'normalleşme' sürecine dair soru işaretlerini artırdı. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in son açıklamalarına bakıldığında ise Türkiye'nin görüşmelere hala bir şans vermek istediği görülüyor. Bu nedenle istikamet, uzlaşmacı bir tavırdan yana görünüyor.
Bu istikamet görüntüsüne rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim sonrasında yapmış olduğu açıklamalar ve Suriye dosyasını en iyi bilen isimlerden Hakan Fidan'ın dışişleri bakanı olmasıyla birlikte Türkiye'nin Suriye politikasında kısa sürede farklı bir noktaya gitmesi beklenmiyor. Seçim sonrasında Türkiye'nin Suriyeliler de dahil olmak üzere sığınmacılara yönelik giderek tavizsiz hale gelen politikası, rejim ile muhtemel görüşmelerde bir katalizör etkisi görebilir. Türkiye'nin yerel seçimlere giderken ekonomide sıkılaşma adımları ve sığınmacılarla özdeşleştirilen ekonomik sorunlar beraber düşünüldüğünde, söz konusu başlıklar Türkiye-rejim görüşmelerini belirli bir zemine getirebilir. Ancak Esed rejiminin Türkiye'deki seçimleri 'bekle-gör' politikası burada işlemeyecek, nitekim yerel seçimler neticesinde hükümet değişmeyecek.
Türkiye ile rejimin normalleşme formatının dörtlüden müteşekkil olması, oldukça sorunlu bir yapıya işaret etmektedir. Türkiye adeta bire karşı üç konumundadır. Bunun yanında Rusya ve İran'ın rejim üzerindeki çekişmesi ve Türkiye'nin Suriye politikasına yaklaşımları ve algıladıkları tehdit düzeyleri de şüphesiz fark etmektedir. Rusya'nın 'normalleşme' süreci üzerindeki etkili aktör olduğu bilinmektedir. Nitekim ilk görüşmelerde Moskova'da gerçekleştirilmiştir. Ayrıca format taslağının da Rusya tarafından hazırlandığı ifade edilmektedir. Bu duruma karşın İran'ın Türkiye-Rusya uzlaşmalarını saha üzerinde sabote ettiğini yeniden görebiliriz.
Esed rejimi her ne kadar Arap ülkeleriyle birlikte normalleşme sürecine girse de sürecin kısa vadeli ve rejime büyük fayda sağlayacak bir sonuç üretmesi beklenmiyor. Bu noktada ABD ve Batı ülkelerinin rejimin normalleşmesine nasıl yaklaşacağı soru işaretleri barındırıyor. Buna karşın yaygın kanaat Arap ülkelerinin rejim ile ekonomik münasebetlerinin yaptırımlar dışında tutulabileceğine yönelik bir beklenti olduğu söylenebilir. Nitekim rejimin Arap Birliği'ne geri dönüşüne de Batı kaynaklı ciddi tepkiler gelmediği de görüldü. Ancak rejim üzerindeki özellikle İran etkisi, Arap ülkelerini de hala çekimser bırakan hususların başında yer alıyor. Son yıllarda görüldüğü üzere de herhangi bir ülkenin Suriye dosyası önceliği değil.
Normalleşme başlıkları basını meşgul etse de arka tarafta rejimin içerisinde olduğu durum, bazı Youtuber'ların ifade ettiği gibi pek de iç açıcı değil. Nitekim Beşar Esed de "Bir mülteci susuz, elektriksiz, çocuklarına okulsuz, tedavi olmadan nasıl geri dönsün?" ifadeleriyle birlikte bu gerçekliği kendisi ifade etmiş oldu. Bunun yanında uyuşturucu ticaretine ilişkin demeçleri ise bir anlamda itiraf niteliğindeydi: "Ülke olarak Suriye'de bu ticareti teşvik etmek isteyen bizsek demek ki biz devlet olarak teröristleri Suriye'ye gelip yıkım ve öldürmeye teşvik ettik, çünkü sonuç aynı. Bunu birden fazla kez söyledim; eğer halkı terörle uyuşturucunun arasına koyarsak o zaman toplumu ve ülkeyi kendi ellerimizle yok etmiş oluruz. Uyuşturucu ticaretinden Suriye'de kaos çıkaran ülkeler sorumludur".
Rejimin içerisinde bulunduğu duruma rağmen Beşar Esed'in Türkiye'ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik irrasyonel ifadeleri, 'normalleşme' sürecinin en temel zorluklarını teşkil etmektedir. Bahar Kalkanı Harekatı, Türkiye'nin Rusya ve İran destekli rejim lehine ilerleyen savaşı dengeye getirdiğinin en açık kanıtı iken rejimin kendini avantajlı konumda görmesi 'rasyonel' bir adım olarak değerlendirilemez. Şüphesiz Türkiye'de seçimlerin geride kalması, rejimin Türkiye'nin güvenlik ve sığınmacıların geri dönüşüne ilişkin ihtiyaçlarına karşılık verecek konumda görünmemesi Türkiye'yi farklı bir noktaya itebilir. Öte yandan rejim üzerindeki İran etkisinin giderek derinleşmesi ve Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle birlikte normalleşme sürecinde büyük mesafe kat etmesi, Türkiye ve Körfez ülkelerini İran'a karşı yeniden Suriye'de bir araya getirebilir. Özellikle savunma sanayi alanında yapılan işbirlikleri Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin uzun vadeli müttefikliklere kapı araladığı ifade edilebilir.
Bahar Kalkanı Harekatı'nın ardından Libya, Karabağ ve Ukrayna'da Türk savunma sanayiinin gücünü ispatlaması ve Türkiye'nin askeri caydırıcılığı da hesaba katıldığında Türkiye, Suriye'de oluşturduğu dengeyi Beşar Esed'in temelsiz ve Türkiye'nin beklentilerini görmezden gelen talepleri lehine bozmayacaktır. Bunun yanı sıra Türkiye, rejim üzerindeki İran etkisinin uzun vadeli sonuçlarını doğru aktarabilirse Körfez ülkeleriyle işbirliği hızlı sonuçlar üretebilir.