Türkiye son yıllarda oldukça hareketli ve yer yer çalkantılı günler yaşadı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş, tüm dünyayı etkileyen Covid-19 pandemisi, 6 Şubat depremi gibi hadiseler Türkiye'nin olağanüstü günler yaşamasına neden oldu. Geride kalan birkaç yıl, özellikle de 2023 yılında seçim süreci göz önünde bulundurulduğunda 2024'ün nispeten daha sakin geçtiği söylenebilir. İç siyaset açısından 2024'ün en önemli gelişmesi 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleriydi. Ancak 2023'te yapılan ve oldukça hararetli geçen cumhurbaşkanlığı ile milletvekili genel seçimlerinin toplumda biriken enerjiyi boşaltmasının da etkisiyle -aslında Türk siyasetinde pek de alışık olunmayan bir şekilde- 2024 mahalli seçimlerinde tansiyon oldukça düşüktü. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri zaten 2019'da muhalefetin eline geçtiğinden bu seçimlerde aynı tablonun tekrarlanması bir zafer havası doğurmadı. Hatta AK Parti'nin kurulduğu günden itibaren bir seçimlerde ilk kez ikinci parti durumuna gelmesi bile muhalefette heyecan yaratmadı. Ortaya çıkan tablonun büyük oranda güncel ekonomik sorunlarla yakından ilişkili olduğu hemen herkes tarafından kabullenildi.
Burada bir başka noktanın altını çizmek gerekiyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'de seçim kazanmayı en iyi bilen lider olduğu açık. 31 Mart Seçimlerinden önce de Erdoğan, atacağı emeklilere zam verilmesi gibi birtakım adımlarla sürecin partisi lehine dönmesini sağlayabilirdi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülke ekonomisine zarar verebilecek popülist vaat ve icraatlardan kaçındı. Tam tersine seçim sürecindeki tüm konuşmalarında asıl hedefinin ülke içinde ekonomik istikrarı yeniden sağlamak olduğunun altını çizdi. Muhalefet ise ekonomik meseleleri, özellikle toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren emekli maaşı ve asgarî ücret konularını seçim kampanyasının merkezine yerleştirdi. Ancak seçimlerden hemen sonrasında CHP içinde yaşanan iktidar mücadelelerinin sürece damga vurması nedeniyle muhalefet 31 Mart'ta ortaya çıkan tabloyu süreğenleştiremedi. Seçimlerin hemen ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu arasında liderlik mücadelesi baş gösterdi. Bu şekilde, muhalefet, seçimlerde kazandığı başarının kalıcı olmasını ve derinleşmesini sağlayacak hamleler yapamadı. Buna karşılık, AK Parti, seçimlerin hemen ardından kapsamlı bir muhasebeye girişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha seçim gecesi, ortaya çıkan sonuçları ve halkın mesajını değerlendireceklerini ve adımlarını buna göre atacaklarını dile getirdi. Erdoğan, süreci soğukkanlı ve itidalli şekilde yürüttü, Partisi içinde bir panik havasının ortaya çıkmasını engelledi. Mesela belirli çevreler tarafından gerek Parti yönetiminde gerekse hükümette acil şekilde kapsamlı değişiklikler yapılması konusundaki çağrılara cevap vermedi. Bunun yerine değişimin kaçınılmaz olduğunu, ancak bunun doğru ihtiyaç analizleri yapıldıktan sonra zaman içinde gerçekleştirileceğini söyledi. Erdoğan, böylece bir bakıma çalışma arkadaşlarına da sahip çıkarak seçim sonuçlarının faturasının yalnızca belli kişilere kesilmesini engelledi.
Geride kalan yılın dünya açısından en dramatik gelişmesi, Gazze'de İsrail'in yaptığı soykırımın tüm acımasızlığıyla devam etmesiydi. Erdoğan, diğer pek çok olayda olduğu gibi İsrail zulmüne de karşı belki de dünyada en net tavır takınan lider olmayı sürdürdü. Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kuruluna hitabında da hem soykırıma karşı Batı ülkelerinin sessizliğini hem de BM Güvenlik Konseyinin adaletsiz yapısını bir kez daha eleştirdi. Umut verici olan durum ise Erdoğan'ın çağrısının farklı devlet ve toplumlardan her geçen gün daha fazla karşılık bulması. İsrail'in soykırımına ve devletlerin sessizliğine karşı dünya genelinde her gün daha fazla protesto gösterisi düzenleniyor. Bu durum, daha adil ve daha eşit bir dünya çağrısının yankı bulması açısından oldukça ümit verici.
Diğer taraftan tıpkı genel seçimlerde olduğu gibi 31 Mart öncesinde de muhalefet sığınmacı sorununu yoğun şekilde kullandı. Muhalefetin başlıca argümanı, Türkiye'nin Suriye'de yanlış politikalar izlediği yönünde oldu. Yılın sonuna doğru yaşanan bir gelişme Türkiye'nin uzun yıllardır süren Suriye politikasının sonuçlarının ortaya çıkmasını sağladı. Suriye Millî Ordusu ve HTŞ birlikleri rejime karşı başlattıkları askerî harekâtta kısa sürede ciddi bir başarı elde etti. Halep'le başlayan harekât kısa sürede Şam'ı kapsayacak şekilde genişledi. Beşer Esed, ailesiyle birlikte Rusya'ya kaçtı ve ülke yönetimi muhaliflerin eline geçti. Ayrıca bölgede oluşan otorite boşluğunu lehine çevirmek isteyen PYD/YPG'nin yeni kazanım elde etmesi engellendi. Bu şekilde, Türkiye'nin en baştan beri sürdürdüğü ilkeli politika, uzun mücadeleler sonucunda karşılık buldu. Bugüne dek rejimin yanında bulunan Rusya ve İran devletler kısa sürede pozisyon değiştirdiler ve "bekle ve gör" politikası izlemeye başladılar. Öteden beri PYD/YPG'ye açık destek veren ABD başta olmak üzere Batılı devletler tarafsız kalmayı tercih ettiler. Böylece Suriye'deki denklem kısa sürede Türkiye'nin lehine değişti. Elbette Türkiye'nin bundan sonra atacağı adımlar, Suriye'nin geleceğinde kalıcı olmasını sağlayacak en önemli unsur olarak kabul edilebilir. Söz konusu gelişmelerin iç siyasette de önemli bir etki meydana getirdiği açık. Nitekim Suriye'de yaşanan iç savaşın sona ermesiyle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan sığınmacıların geri dönecekleri görülüyor. Bu şekilde, Türkiye, hem Suriye'nin imarında görev alırken hem de muhalefetin suiistimal ettiği sığınmacı meselesi de büyük oranda kapanacak. Bir parantez açarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu süreçteki tavrını hatırlatmak gerekiyor: Erdoğan, sığınmacıların düzenli ve onurlu dönüşünü destekleyeceklerini, ancak kalmak isteyenlere de engel olmayacaklarını açıkladı. Erdoğan'ın bu yaklaşımı, Türkler ve Suriyeliler arasındaki dostluğun ve bu çerçevede iki ülke arasındaki işbirliklerinin daha da güçlenmesini sağlayacak.
2024'ün Kasım ayında önceki ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden başkanlığa seçilmesi de uluslararası denklemleri değiştirdi. Trump'ın ikinci döneminde dünyanın geri kalanından çok Amerika kıtasına yoğunlaşacağı ve ülkesinin okyanus aşırı operasyonlarının bir kısmını sonlandıracağı anlaşılıyor. Suriye'de PYD/YPG'ye verilen desteğin kesilmesi de Türkiye'nin terörle mücadele açısından yeni bir faza girmesini sağlayacak. Ülke içinde hareket kabiliyeti neredeyse biten PKK, enerjisini aktardığı Suriye'den de çıkmak zorunda kalacak. Söz konusu başarının kazanılmasında savunma sektöründe atılan adımların da büyük etkisi olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Türkiye'nin dünya ölçeğinde en büyük insansız hava aracı üreticilerinden biri olması içte operasyonların daha kolay yapılmasını sağladığı gibi ihracat yoluyla hem ekonomik kazanç hem de saygınlık kazanma yönünde bir etki doğuruyor. Bu bakımdan, Türkiye, son dönemde yumuşak ve sert güç unsurlarını eşzamanlı olarak kullanarak hem bölgesinde hem de dünya genelinde etki alanını genişletiyor.
Siyasî denklem açısından bakıldığında 2024 yılının başı ve sonu arasında önemli bir fark bulunduğu görülüyor. Yılın ilk çeyreğinde, mahalli idareler seçimlerinin etkisiyle yükselen muhalefet, sona doğru gelindiğinde arkasına aldığı rüzgârı kaybetmeye başladı. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan, zor zamanlarda liderlik kabiliyetini bir kez daha gösterdi. Suriye'de yaşanan gelişmeler, sığınmacı meselesinin çözülmesi, savunma sektöründe yaşanan başarılar, uluslararası alanda Türkiye'ye desteğin artması ve ekonomide iyileşme eğilimleri siyasî denklemi iktidarın lehine değiştirdi. Bu durum, henüz uzun bir vakit olmasına rağmen muhtemel bir seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden aday olması gerektiği yönünde çağrıların artmasını beraberinde getirdi. Nitekim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Erdoğan'ın yapılacak seçimlerde yeniden aday olması gerektiğini dile getirdi. Sonuç olarak 2024'ün sonuna gelindiğinde iktidarın psikolojik üstünlüğü yeniden eline aldığı söylenebilir.