Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAMİT EMRAH BERİŞ

Kuruluş Yıl Dönümünde AK Parti Siyasetine Bakış

14 Ağustos 2001'de kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) bu hafta itibariyle 23. yaşını kutluyor. Kurulmasından yaklaşık bir sene sonra iktidara gelen Parti, o günden bu yana kesintisiz şekilde ülkeyi yönetiyor. Kurumsal tarihinin neredeyse tamamını iktidarda geçiren bir siyasî partinin değil Türkiye, dünya tarihinde bile çok fazla örneği yok. Öte yandan kabaca bir hesapla seçmenlerin yarısından fazlası hayatlarında en az bir kez AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a oy verdi. Partinin elde ettiği oy oranı hiçbir zaman genel seçmen kitlesinin yaklaşık üçte birinin altına düşmedi. Bu durum, AK Parti'nin toplumsal tekabüliyet seviyesinin yüksekliğini gösteriyor. Aynı süreçte Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın liderliği üzerinde de tam bir mutabakat sağlandı. Öyle ki CHP başta olmak üzere diğer partilerde yaşanan liderlik tartışmaları veya değişiklikler AK Parti'nin yanına bile uğramadı. Dolayısıyla AK Parti, güçlü liderlikten de yararlanarak kurumsallaşmasını sağlayabildi.

AK Parti'nin iktidara geldiği yıllarda Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyordu. 1999 ve 2001 krizleri ülke ekonomisini derinden vurmuştu. 1990'ların istikrarsız ve kasvetli siyasî havası, yolsuzluklar, faili meçhul cinayetler, kısa süreli hükümetler toplumun siyaset kurumuna yönelik güveninin kaybolmasına yol açmıştı. 28 Şubat sürecinin özellikle dindar kesimde açtığı yaralar hâlâ tazeydi. Aynı durum uluslararası konjonktür için de fazlasıyla geçerliydi. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ilan edilen Bush Doktrini, dünya genelinde çatışmacı bir iklimin yeniden hâkim olmasını beraberinde getirdi. Küresel ölçekte düzenin değil, krizin ve kaosun güçlendiği bir tablo ortaya çıktı. Parti, daha iktidara geldiği ilk günden itibaren hem içte hem de dışta bir dizi zorlukla baş etmek durumunda kaldı.

Ancak Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin tüm bu zorlukların üstesinden gelmesini sağlayacak bir ajandasının olduğu kısa sürede anlaşıldı. AK Parti, iktidarının ilk günlerinden itibaren kapsamlı bir restorasyon çabasına girişti. Elbette bu süreç sorunsuz şekilde ilerlemedi. Tam tersine müesses nizam, iktidarın yürüttüğü değişim dinamiklerini engellemek için görünür ve görünmez engeller çıkardı. Hükümete karşı e-muhtıra verilmesinden AK Parti'ye kapatma davası açılmasına kadar çok sayıda sorunla karşılaşıldı. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, karşısına çıkarılan tüm engellere rağmen statüko karşısında geri adım atmadı. Bu durum, toplum nezdinde hem kendisinin hem de bir bütün olarak siyaset kurumunun itibarını yükseltti. Böylece siyaset kısa sürede olağan mecrasına girdi ve normalleşti.

İktidar partisinin iş başına geldikten sonra en önemli başarısı, toplumla siyaset arasındaki mesafeyi kapatmak oldu. 1990'lı yıllarda vesayet kurumlarının sistem içindeki ağırlığını artırması ve kısa süreli koalisyon hükümetlerinde örneklenen istikrarsızlık toplumun siyasete olan güvenini azaltmıştı. 12 Eylül'den itibaren sistem içindeki ağırlıklarını artıran vesayet mekanizmaları demokratik siyasette doğan bu boşluğu doldurmakta gecikmediler. 28 Şubat süreci büyük ölçüde askerî ve bürokrasi eliyle işledi. Siyasete yönelik her müdahale ve itibarsızlaştırma hareketi bürokrasinin gücünü artırdı. Bu şekilde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "bürokratik oligarşi" nitelemesiyle andığı yapı kendini sistemin merkezine yerleştirdi ve böylece toplumla siyaset arasındaki mesafe açılmıştı.

AK Parti ise toplumun yüz yüze olduğu tüm sorunların çözümü açısından demokratik siyasetin yegâne adres olduğunu yeniden gösterdi. Toplumsal taleplerin sisteme taşınması açısından AK Parti adeta bir köprü işlevi üstlendi. Reform süreci kararlı, ama aynı zamanda dengeli ve itidalli şekilde yürütüldü. Toplumsal taleplerin karşılanması için atılan adımlara vesayetle mücadele eşlik etti. Böylece toplum, değişim sürecinin bir parçası durumuna getirildi.

Elbette bu denli uzun hükümet etme süreçlerinde belirli sorunlarla karşılaşılması kaçınılmaz. Üstelik iç siyasî gelişmelerin yanında uluslararası konjonktür de kaçınılmaz şekilde yönetim pratiklerini etkiliyor. Önemli olan, toplumun karşı karşıya olunan sorunların çözülmesi açısından demokratik siyaset kurumuna desteğiyle güveninin her şart altında sürmesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belki de en önemli başarısı toplumla kurduğu ünsiyet bağı. Bu siyaset tarzıyla birlikte çevre tam anlamıyla merkeze taşındı. Bir bakıma Erdoğan, daha önce görülmedik bir şekilde bir elit dönüşümünü gerçekleştirdi. "Çevre"den gelen ve geçmişte sistemin dışında ya da en azından kenarında kalan isimler iktidarın parçası hâlini aldılar. Türk siyasetinde çok partili hayata geçildikten sonra, Demokrat Parti döneminden itibaren çevrenin talepleri siyasete taşınıyor ve belirli ölçülerde karşılık buluyordu. AK Parti'nin farkı, çevrenin bizatihi kendisinin iktidarın bir parçası hâline gelmesi oldu. Daha açık şekilde ifade edecek olursak farklı kesimler kendi kimlikleriyle siyaset sahnesinde görünür olma imkânı buldu.

Söz konusu elit dolaşımının Türkiye'deki siyaset geleneğinin değişmesi açısından da bir anlam ifade ettiği açıkça görülüyor. Geçmişte merkez sağ gelenek, siyasetin ana parçası olmasına rağmen dönüştürücü gücü oldukça sınırlı kalmıştı. Mesela 28 Şubat sürecinde merkez sağ ve merkez sol siyasetçiler arasında belirgin bir pozisyon farkı yoktu. İstisnai bazı durumlar dışında merkez siyaset ile müesses nizam arasında büyük oranda uzlaşma bulunuyordu. Son sözü vesayet mekanizmalarının söylediği çok sayıda örnekle karşılaşılıyordu. Erdoğan, en baştan itibaren kendi siyasî ilkeleri doğrultusunda birlikte hareket edeceği yönetim kadrolarıyla çalıştı ve yenilerini de yetiştirdi.

Bu durum aynı zamanda yeni bir siyaset tarzının ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi, aslında bir bakıma muhalefetin de siyasete bakışını değiştirdi. Muhalefet, iktidara gelmek için vesayet odaklarına dayanmaktan çok halktan destek almasının zorunlu olduğunu gördü. Böylece muhalefet de içine girdiği kısır döngüden kurtulup farklı toplumsal kesimlere ulaşmaya çalıştı. Bu durumun demokratik siyasetin güçlenmesi için olumlu sonuçlar doğuracağı mutlak.

Kuruluşundan bu yana AK Parti'yi karakterize eden önemli siyasî özelliği vesayetle mücadele. Erdoğan, içinde yer aldığı siyasî hareketin de bizatihi kendisinin de mağduru olduğu vesayet kurumları karşısında tavizsiz bir tutum sergiledi. Dahası toplumu da vesayetin tüm izlerinin silinmesi açısından ikna etti. 15 Temmuz darbe girişiminde milyonların sokağa dökülmesinin ardındaki nedenlerden biri Erdoğan'ın uzun süredir yürüttüğü bu mücadele. Bu bağlamda, Erdoğan'ın toplumu anlama ve okuma bakımından önemli bir yeteneğe sahip olduğu açık. Erdoğan tüm icraatlarında toplumsal nabzı elinde tutarak hareket etti. Ancak popülist politikalar izlemek yerine belirli açılardan toplumu ikna etmeyi hedefledi. Böylece toplum, ülke politikalarının uzağında almadı, kendini bu sürecin bir parçası olarak gördü. Kısacası Erdoğan ve AK Parti, toplumu siyasetin gerçek anlamda bir öznesi hâline getirdi. Bundan sonraki süreçte sosyolojinin göz önünde bulundurulmaya devam edilmesi söz konusu başarının sürmesi açısından anahtar niteliğinde.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA