Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAMİT EMRAH BERİŞ

İsrail’in Hedefindeki Türkiye

Hamas tarafından 7 Ekim 2023 günü gerçekleştirilen El Aksa Tufanı operasyonunun ardından İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları ilk yılını doldurdu. İsrail'in Gazze saldırılarının artık soykırım boyutuna vardığını neredeyse tüm dünya kabul ediyor. Özellikle Batı ülkelerinden ciddi bir tepkiyle karşılaşmamasının etkisiyle İsrail, saldırılarını son dönemde Lübnan ve Suriye'yi kapsayacak şekilde genişletti. İsrail'in önümüzdeki dönemde arz-ı mevud yönündeki hedeflerinin peşinde koşmaya devam edeceği anlaşılıyor.

Siyonist rejim, aslında kurulduğu günden itibaren aşamalı olarak topraklarını genişletti. İsrail'in grand strategy'si uzun vadede hükmettiği toprakları tamamen artırmak ve sınırlarının ötesinde güvenli bir bölge meydana getirmek. Daha açık bir ifadeyle, İsrail açısından yalnızca kendi egemenlik alanını genişletmek önem taşımıyor, bunun yanında sınırlarının ötesinden gelebilecek tehditleri de önleme yönünde bir çaba var. Dolayısıyla İsrail'in kendini koruma iddiasının ardına sakladığı yayılmacı ve saldırgan bir politika bulunuyor. İçinde bulunduğu coğrafya itibariyle etrafındaki tüm devletler de İsrail'in tehdit algıları bakımından potansiyel bir tehdit oluşturuyor. Musevilere vaat edildiği savunulan topraklar, Türkiye'nin sınırlı bir kesimini kaplıyor. Buna karşılık, İsrail'in hâlihazırda izlediği politikalar daha çok Türkiye'nin dünya genelindeki nüfuz alanını güçlendirmesiyle yakından ilişkili.

Türkiye'nin özellikle son yirmi yıldır izlediği politikalar, yalnızca bölgede değil dünyanın genelinde bir uyanış hareketi doğurdu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderlik gücü ve etkisi Türkiye'nin çok ötesine geçti. Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde Erdoğan'ın Batı'nın hegemonyasına karşı çıkan söylemi ciddi bir karşılık buldu. Bu bakımdan Batı bloğuna karşı güçlü hareketler ortaya çıkmaya başladı. İsrail'in de içinde bulunduğu Batı'nın bu sürece cevabı, geçmişten itibaren izlediği politikayı yenilemek, tıpkı son iki yüz yıldır yaşandığı üzere Orta Doğu coğrafyasında iç karışıklıklar çıkarmak oldu. Batı dünyasının İslâm ülkeleri açısından izlediği en önemli politika, mezhepsel ya da etnik farklılıkları bir çatışma alanına dönüştürmekti. Aynı politikayı izleyen İsrail de özellikle ABD'nin etki gücünün yüksek olduğu ülkelerin kendisine destek vermesini sağladı.

On yılı aşkın bir süredir devam eden Suriye İç Savaşının İsrail'in değirmenine su taşıdığı rahatlıkla anlaşılıyor. Savaşa müdahil olan İran, Suriye rejimini desteklerken ülkede çoğunluğu teşkil eden Sünni nüfusa açıkça baskı uygulamaktan kaçınmadı. O güne dek hedef oklarını Siyonist rejime yönelten Hizbullah neredeyse tüm enerjisini Esad'a destek vermeye harcadı. Bu durum, Filistin başta olmak üzere farklı İslam toplumlarının kendi aralarındaki mesafeyi açtı. Kısacası Suriye'deki iç savaştan en fazla İsrail kazançlı çıktı. Mezhep farklılıklarından kaynaklanan sorunlar, Suriye ve bölgenin tamamında İslam dünyasının yekpare bir bütün oluşturmasını engelledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tüm çabalarına rağmen İslam ülkeleri yaklaşan bu tehdit karşısında birlik olma başarısını gösteremedi. Böylece İsrail aşamalı olarak belirlediği hedefe ulaşabildi. İslam ülkelerinin birlikte hareket edememeleri, İsrail'in farklı diplomatik hamlelerle amacına ulaşmasına katkı sağladı. Öyle ki Gazze saldırılarına bile İslam ülkelerinden ortak ses çıkmadı. Bazı ülkeler, İsrail'in kendileri için bir tehdit oluşturmadığını savunmaktan kaçınmadılar. İran, her ne kadar İsrail'in karşısında en önemli düşman gibi görünse de aslında iki rejim dolaylı olarak birbirlerinin varlığını desteklediler. Daha açık bir ifadeyle İsrail ve İran'ın sürekli birbirlerini hedef alan, ancak asla aktif bir çatışmaya varmayan yaklaşımı her iki rejimin meşruiyet zeminini güçlendiren en önemli unsurlardan biri oldu.

Türkiye, İsrail'in yayılmacı politikaları açısından en önemli engel olarak görülüyor. Zira Türkiye, öncelikle İslam dünyası arasında Batı ile en sağlıklı ilişkileri kurabilen ülke konumunda. Özellikle Erdoğan'ın liderliğinde Türkiye, Batı'dan tamamen kopmadan kendi millî kimliğini ve değerlerini koruyabilen bir ülke. Son dönemde savunma sanayii başta olmak üzere yeni teknoloji kullanımında kazanılan başarılar Türkiye'nin konumunu uluslararası alanda iyiden iyiye güçlendiriyor. Bu bakımdan İsrail'in Türkiye üzerindeki iddiaları belirli bir miktarda toprağın kendi hükümranlık sahasına katılmasından çok daha fazla anlam taşıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'in soykırıma varan icraatlarını, farklı platformlarda cesurca dile getirmekten kaçınmayan belki de tek lider. Erdoğan, uzunca süredir Davos'tan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na kadar pek çok platformda Siyonizm'in dünya barışı için neden olduğu sorunların altını her fırsatta çizdi. İsrail de Türkiye'nin bu pozisyonunun gayet farkında. Bu nedenle İsrail, aynı diğer Batı ülkeleri gibi, etki ajanları vasıtasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem ülke içindeki hem de diplomatik alandaki etkisini azaltmayı hedefleyen politikalar izlemekten kaçınmıyor.

İsrail, yalnızca belirli bölgelerde alan hâkimiyeti sağlamakla yetinmek istemiyor. Bunun yanında, abartılı bir yaklaşımla İslâm coğrafyasının büyük kısmını da kendi tehdit algısı içinde değerlendiriyor. Siyonist rejim, kendi iktidarını konsolide etmek için ısrarlı şekilde çoğu zaman afakî tehditler geliştiriyor. Mesela İran'ın hiçbir zaman gerçek bir tehdide varmayan iddialı ifadeleri, İsrail yönetimi tarafından sıklıkla kendi lehine kullanılıyor. Ancak İsrail, kendisi için asıl tehdidin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğindeki Türkiye olduğunun gayet farkında.

Erdoğan, dünyanın farklı yerlerindeki Müslümanları mobilize etme yeteneğine sahip tek lider. Ayrıca Latin Amerika'dan Afrika'ya uzanan bir yelpazede Müslümanlar dışında kalan diğer tüm vicdanlı toplumlar için de Erdoğan'ın siyasî söylemi özel bir anlam ifade ediyor. Bu bakımdan İsrail'in hedefleri açısından belki de en güçlü engelin Türkiye olduğu açık. Kaldı ki Türkiye, bu iddialı siyasî yaklaşımını savunma sanayiinde son dönem yaptığı hamlelerle destekliyor. Başka bir ifadeyle soft power'ın hard power'a dönüştüğü süreç Türkiye'nin etki alanının artmasını sağlıyor. Bu durumun İsrail'in geleneksel devlet politikasını esastan sarsan bir nitelik gösterdiği açık. Buradan hareketle, İsrail'in hedef oklarının merkezinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın olması hiç de şaşırtıcı değil. Bundan dolayı ki İsrail, farklı enstrümanlar aracılığıyla Erdoğan karşıtı bir kampanya yürütmekten kaçınmıyor. Bu süreçte, Erdoğan'ın politikalarına sahip çıkılması, İsrail'in hedefleri karşısında Türkiye'nin ve aslında tüm Orta Doğu coğrafyasının kendisini korumasını sağlayacak en önemli yol olarak beliriyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA