Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HACI MEHMET BOYRAZ

Le Pen ve Sonrası

Avrupa'da faaliyet gösteren aşırı sağ partilerle ilgili gündem oluştuğunda akla ilk Ulusal Cephe (2018'den beri Ulusal Birlik) gelir. Aşırı sağcı siyasetçi denildiğinde ise akla ilk bu partinin lideri Marine Le Pen gelir. Parti lideri olduğu 2011'den beri girdiği seçimlerde istikrarlı bir başarı grafiği ortaya koyan Le Pen, geçen hafta sürpriz bir karar aldı ve 5 Kasım'da gerçekleşen törenle partiyi 27 yaşındaki yardımcısı Jordan Bardella'ya bıraktı. Bu gelişmeyi yorumlamadan evvel Le Pen'in siyasi geçmişine kısaca değinmek gerekiyor.

Sadece Fransa'nın değil Avrupa'nın en önemli aşırı sağcı figürlerinden biri olan Jean Marie Le Pen'in kızı Marine Le Pen, 1968'de Neuilly-sur-Seine'de doğdu ve hukuk tahsil etti. Üniversite yıllarında babasının etkisiyle siyasi faaliyetlere başladı ve bu süreçte aşırı sağcı bir öğrenci grubuna öncülük etti. Ardından 1986'da babasının kurucusu olduğu Ulusal Cephe'ye katıldı. Buna müteakiben yerel ve bölgesel siyasette daha aktif roller alan Le Pen, 2011'de babasını aktif siyasetten çekilmeye mecbur bırakarak partinin genel başkanı oldu.

Parti genel başkanı olduktan sadece bir yıl sonra 2012'de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimine Ulusal Cephe'nin adayı olarak giren Le Pen, ilk turda yüzde 18 oy alarak François Hollande'ın ve Nicolas Sarkozy'nin gerisinde kaldığı için ikinci tura geçemedi. Buna karşın Le Pen, 2017 ve 2022'de girdiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Emmanuel Macron'la birlikte ikinci tura kaldı. 2017'deki seçimin ikinci turunda yüzde 34 oy alan Le Pen, beş yıl sonra bu oranı yüzde 41'e çıkararak Elysee Sarayı'nın eşiğinden döndü. Ayrıca Ulusal Cephe, 2017'deki genel seçimin ikinci turunda yüzde 9 oyla meclise sadece 8 milletvekili gönderebilmişken, 2022'deki genel seçimin ikinci turunda yüzde 17 oyla meclise 89 milletvekili göndermeyi başardı.

Geçen beş yılda gerçekleşen seçimlerde alınan sonuçlar itibariyle Le Pen'in ve partisinin başarılı bir grafik sergilediğini söylemek mümkündür. Buna karşın yukarıda da ifade edildiği üzere Le Pen, geçen hafta sürpriz bir karar alarak parti genel başkanlığını Jordan Bardella'ya bıraktı. Le Pen'in parti liderliğini bırakışı iki açıdan önem taşıyor. Birincisi en azından görünüş itibariyle Ulusal Cephe, "Le Pen'lerin partisi" olmaktan çıktı. Zira partiyi babasından "zorla" alan Le Pen'den sonra yerine aile içinden birinin gelmesi bekleniyordu. Ancak bu beklentinin aksine Le Pen, hem parti içi monarşiye son vermek hem de genç seçmeni cezbetmek için partinin başına kendi ailesiyle hiçbir bağı olmayan 27 yaşındaki Bardella'ya getirdi.

Bundan daha önemlisi Bardella'nın gelişiyle birlikte Ulusal Cephe tipik bir aşırı sağ parti olmaktan çıkma ve yeni bir siyasi çehreye bürünme yoluna girdi. En azından Fransa'da bazı kesimler bunu iddia ediyor. Esasen Le Pen, partisi üzerindeki "aşırı sağcı" damgayı silebilmek için göreve geldiği günden beri (göstermelik de olsa) çaba sarf ediyordu. Her fırsatta partisinin aşırı sağcı olmadığını belirtmesi ya da Fransa kamuoyunda ırkçı görüşleriyle bilinen babasını 2015'te partiden ihraç etmesi bu çabaların birer parçasıydı. Ancak Fransa siyasetini takip eden araştırmacılar, bu hamlelerin hiçbirinin samimi niyetle yapılmadığı noktasında hemfikirdi. Yani Le Pen bunların hepsini göstermelik yapmıştı. Nitekim Le Pen aşırı sağ görüşleri yansıtan söylemlerden ve vaatlerden hiç vazgeçmedi. Bu nedenle Ulusal Cephe'nin siyasi skalanın uçlarından kopup merkeze kayması için evvela Le Pen'in partiden ayrılması gerekiyordu. Dolayısıyla Le Pen, parti liderliğini göstermelik de olsa Bardella'ya bırakarak öncelikle partisine yeni bir başarı şansı tanımış oldu.

Ulusal Cephe'nin Bardella döneminde merkez siyasete yönelme stratejisinin "samimi" olduğu farz edilirse bu stratejinin başarılı olabilmesi için yeni yönetimin öncelikle göçmenlerle ve Müslümanlarla barışması gerekiyor. Ancak 10 Kasım'da partinin sosyal medya hesabından bir paylaşım yapılmış ve sivil toplum örgütleri üzerinden göçmenler hedef alınmıştır. Bu açıdan Ulusal Cephe'nin Bardella döneminde de göç karşıtlığına devam edeceği anlaşılıyor. Müslümanlarla ilgiliyse Bardella'nın daha bu yılın Şubat ayında bazı İslamofobik söylemlerle gündeme geldiğini hatırlatmak gerekiyor. Bu nedenle partinin merkeze yönelme hedefinin en azından şu an için samimi olduğunu söylemek mümkün değil.

Öte yandan Le Pen'in bu değişiklikle birlikte sonraki seçime kadar Ulusal Cephe'yi bir nevi perde arkasından yöneteceği düşünülüyor. Bu noktada önemli bir husus olarak Fransa'da cumhurbaşkanı olmak için parti genel başkanı olma zorunluluğunun bulunmadığını belirtmek gerekiyor. Zira adaylık için bir kişinin milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi ve senatör gibi en az 500 seçilmiş yetkiliden imza toplaması kafi. Bundan dolayı Le Pen'in 2027'de gerçekleşecek sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden adaylığı için herhangi bir engel yok. Buna dayanarak her geçen gün siyasi kariyerinin zirvesine çıkan ve henüz 54 yaşını dolduran Le Pen'in siyasetten bu kadar kolay çıkması hiç kimseye inandırıcı gelmiyor. Nitekim Ulusal Cephe'deki görev değişikliğiyle ilgili Fransa'da ve uluslararası basında yapılan değerlendirmelere bakıldığında Le Pen'in 2027'ye kadar "makyaj" tazelemek için görevden uzaklaştığı düşüncesinin hakim olduğu görülüyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA