Temmuz ayında kabine içinde yaşanan istifalar neticesinde başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalan Boris Johnson'ın yerine Liz Truss, önce Muhafazakar Parti içindeki yarışı kazanarak partinin yeni lideri olmuştu. Truss hemen ardından Kraliçe Elizabeth'ten hükümeti kurma görevini alarak 6 Ekim'de yeni hükümeti kurdu. Böylece Margaret Thatcher ve Theresa May'in ardından İngiltere'nin üçüncü kadın başbakanı oldu.
Truss'ın seçilmesinde rakibi Hint kökenli Rishi Sunak'ın oldukça zayıf bir aday olmasının önemli rol oynadığını belirtmek lazım. Yani Truss, muhafazakarlar nezdinde çok güçlü ya da sevilen bir isim olduğu için değil rakibi zayıf olduğu için seçildi. Bunun yanı sıra muhafazakar seçmen nezdinde Sunak'ın etnik ve dini kimliğinin bir handikap olduğunu ve bundan ötürü mecburen Truss'a yöneldiklerini belirtmek lazım. Yani liderlik yarışında Truss'ın karşısında kendisiyle "eşit" şartlara sahip bir aday olsaydı belki de seçilemeyebilirdi.
Thatcher'a referansla İngiltere'nin "Yeni Demir Lady'si" manşetleriyle göreve gelen Truss'a yönelik beklentiler çok yüksekti. Özellikle artan enflasyona ve enerji fiyatlarına karşı Truss'ın kalıcı çözümler getirmesi ve ülkedeki ekonomik darboğaza son vermesi bekleniyordu. Ancak beklenen olmadı ve Truss büyük bir hayal kırıklığı yaratarak 20 Ekim'de istifa etti. Böylece 44 gün görevde kalarak İngiltere'de en kısa süre görev yapan başbakan oldu. Truss'ın istifasını ve bundan sonrasını değerlendirmeden evvel bu sürece nasıl gelindiğini bilmek lazım.
Başbakan Truss'ı 44 günün sonunda istifaya zorlayan temel sebep hiç şüphesiz ekonomi programıyla ilgili. Üzerinde etraflıca düşünülmeden açıklanan mali destek paketi ve "mini bütçe" düzenlemeleri kapsamında esasen artan enerji fiyatları karşısında hane halklarının desteklenmesi ve ekonomik büyümenin hızlandırılması isteniyordu. Bu minvalde 8 Eylül'de açıklanan mali destek paketi kapsamında bir hanenin yıllık toplam enerji faturasının iki yıl boyunca 2 bin 500 sterlinle sabit tutulması ve ekim ayında her hane halkına enerji faturası için 400 sterlinlik yardım yapılması planlanıyordu. Ayrıca 23 Eylül'de açıklanan "mini bütçe" isimli vergi reform paketiyle zengin kesim üzerindeki vergilerin azaltılması öngörülüyordu.
Artan enflasyon ve enerji fiyatlarıyla mücadele için atılan bu adımlar, ilk bakışta kulağa hoş gelse de bunların milyarca sterlinlik kamu borçlanmasıyla finanse edilecek olması kamuoyunda doğal olarak tepkilere yol açtı. Daha önemlisi bu adımlar atılırken İngiltere'nin ulusal para birimi sterlinin kısa zamanda önemli ölçüde değer kaybetmesi, hazine tahvillerinden ani kaçışlar yaşanması ve borçlanma faizlerinin yükselmesi piyasaları tam manasıyla allak bullak etti.
Artan tepkilere karşın Başbakan Truss, ekonomi programından geri adım atılmayacağına dair açıklamalar yaptı. Ancak Truss, artan tepkiler üzerine ekonomi programını daha fazla savunamayacağına kani olunca programın mimarı Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng'in istifasını istedi ve yerine daha önce çeşitli bakanlık görevlerinde bulunan Jeremy Hunt'ı atadı. Atamanın ardından Hunt, yaptığı ilk açıklamada ekonomi programını eleştirerek vergi indirimlerinin yapılmayacağını ve artan enerji fiyatları karşısında halka destek olmak için söz verilen destek paketinin küçülteceğini duyurdu. Böylece hükümet plandan geri adım atarak ciddi bir prestij kaybı yaşadı.
Tartışmalı ekonomi programı üzerindeki tepkiler devam ederken İçişleri Bakanı Suella Braverman'ın kişisel e-posta adresi üzerinden resmi bir belgeyi transfer ettiği ortaya çıktı. Bunun üzerine Braverman kuralları ihlal ettiği gerekçesiyle görevinden istifa etti. Peşi sıra yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde Başbakan Truss, istifa taleplerine daha fazla dayanamadı ve 20 Ekim'de istifa etti. Böylece İngiltere'de 2016'dan bu yana dördüncü kez başbakan değişti. Bu noktada dört başbakanın da istifa neticesinde görevlerinden ayrılması dikkat çekiyor.
Kısacası tartışmalı ekonomi programının ve Braverman skandalının Truss'ın sonunu hazırlayan faktörler olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca geçen bir hafta içerisinde Muhafazakar Parti'ye yakın medya organlarında dahi Truss'ı "topal ördeğe" benzeten haberler yapılıyordu. Bundan ötürü Truss'ın istifası sürpriz olmadı.
Truss'tan boşalan Muhafazakar Parti liderliği ve başbakanlık için önümüzdeki hafta kritik bir süreç olacak. Parti tüzüğü gereğince liderlik yarışına girmek isteyen adayların en az 100 milletvekili tarafından desteklenmesi gerekiyor. Muhafazakarların Mecliste şu an 357 vekili bulunduğu için adaylık yarışına en fazla üç isim girebilecek.
Muhafazakar Parti liderini belirleyen 1922 Komitesi (the 22) isimli kurul, yeni liderin bir hafta içerisinde belirlenmesine karar verdiği için 28 Ekim'de yeni parti lideri ve yeni başbakan belli olacak. Bu noktada parti içerisinde ön plana çıkan isimler arasında Truss'ın liderlik yarışı verdiği Sunak ve eski Kabine bakanı Penny Mordaunt yer alıyor. Ayrıca Truss'ın selefi Johnson'ın da adı geçiyor. Şu ana kadar bu isimlerden sadece Mordaunt adaylığını ilan etti. Ancak Sunak ve Johnson'ın da adaylıklarını ilan etmesi bekleniyor. Bu üç isimden her birinin şu an için birbirine yakın şansları bulunuyor. Hem bundan dolayı hem de Truss'ın istifası taze olduğu için kimin yeni lider olacağını tahmin etmek şimdilik zor. Yine de yeni lider belli olana kadar Muhafazakar Parti'yi ve İngiltere'yi zorlu bir süreç bekliyor.
İngiltere'de her şeyin yolunda gitmesi durumunda 28 Ekim'de Muhafazakar Parti'nin yeni lideri ve bununla beraber yeni başbakan belli olacak. Ancak bu gelişme, ülkede 2016'dan beri devam eden kaosu sona erdirmeyebilir. Zira iç siyasetteki belirsizlik ortamı ve buna paralel olarak çözülemeyen ekonomik sorunlar vatandaşların günlük yaşamını her geçen gün daha fazla etkiliyor. Bundan dolayı 28 Ekim'den sonra kurulacak yeni hükümet ekonomik sorunlara acil bir çözüm üretemezse erken seçime gidilebilir. Bu da ülkedeki siyasi kaosu daha da derinleştirebilir.
Ülkedeki kaosa son vermek için muhalefet partilerinin ortak önerisi ise her zamanki gibi erken seçime gidilmesi. Esasen yakın zamana kadar Mecliste en az üçte ikilik çoğunluğun destek vermesi durumunda erken seçime gidilebiliyordu. Ancak Mart 2022'de kabul edilen yeni kanuna göre ülkedeki siyasi istikrarı koruyabilmek için Meclisin elindeki erken seçim kozu alındı ve bu yetki başbakana verildi. Yani yeni başbakan genel seçim istemezse seçimler olağan vaktine uygun şekilde en geç Ocak 2025'te yapılacak. Bu süre zarfında güçlü bir lider önderliğinde güçlü bir hükümet tesis edilemezse İngiltere'de 2016'dan beri devam eden siyasi istikrarsızlık katlanarak devam edecektir.