31 Mart seçim sonuçları, on yıllar sonra gelen bir başarı olarak CHP'de yeni bir dönemin başladığına yönelik savları güçlendirdi. Nitekim CHP'nin sandıktan birinci parti çıkması ve önceki döneme kıyasla kazandığı belediye sayısını artırması, CHP'lilerin dahi bu kadarını beklemediği bir sonuçtu. Dolayısıyla ortada CHP açısından oldukça olumlu sonuçlanmış bir yerel seçim olduğu net bir biçimde ifade edilebilir.
Bu noktada CHP açısından seçim sonuçlarının değerlendirilmesi hem kendisi hem de başta AK Parti olmak üzere rakipleri için oldukça kritik. Zira CHP, yerel seçimlerde gösterdiği başarıyı 2028'e taşımak ve büyütmek, AK Parti ise kendi iç muhasebesinin yanında CHP'nin bu seçimlerde neyi farklı yaptığını anlamak istiyorsa seçim sonuçlarını doğru ve derinlemesine analiz etmeli. Nitekim ilk sonuçlar, CHP'nin gösterdiği başarının dış ve iç etkenler olarak ikiye ayrılabileceğini gösteriyor.
Dış Etkenler: AK Parti'nin Hataları
Seçim sonuçlarında bir tarafın doğru hamleleri kadar rakibin hataları da belirleyici olabiliyor. 31 Mart seçimleri de aslında bu durumun en önemli örneklerinden biri olarak tarihe geçti. Her ne kadar sandık bazlı sonuçlar henüz açıklamamış olsa da ilk veriler, AK Partili seçmenlerin cezalandırma motivasyonunun yerel seçim sonuçlarını etkileyen en önemli dinamik olarak ön plana çıktığını gösteriyor.
Türkiye'de seçimler, seçmenlerin aşırı siyasallaşması ve bu sebeple katılım oranının oldukça yüksek bir oranda seyretmesi sebebiyle dünyadaki örneklerinden ayrışan bir niteliğe sahip. Nitekim son yıllarda katılım oranı yüzde 85 ve üzerinde izlemekte. Ancak 31 Mart'ta bu oran yüzde 78 bandına düştü. Dolayısıyla katılım oranındaki düşüş, seçmenlerin protest tavrına işaret etmekte.
İl ve ilçe bazlı katılım oranları incelendiğinde ise katılım oranının son yerel seçimlere kıyasla oransal açıdan en çok düştüğü yerlerin AK Parti aleyhinde şekillendiği fark ediliyor. Nitekim söz konusu protest tavrın AK Partili seçmenlerde yoğunlaştığı net bir biçimde görülebilir. Buna geçersiz oy sayısındaki artış da eklendiğinde 31 Mart seçimlerinde AK Partili seçmenlerin önemli bir kısmının cezalandırma motivasyonuyla hareket ettiği söylenebilir. Buna sebep olan dinamikler olarak uzun zamandır kamuoyunda da tartışılan ekonomi, enflasyon, emekliler, AK Parti'nin olumsuzlaşan kurumsal algısı gibi problemler kolaylıkla sayılabilir.
Tüm bunlara ek olarak AK Parti'nin bazı yerlerde izlediği hatalı aday stratejisi ve Yeniden Refah Partisi'nin küskün AK Partili figürleri kendi adayları olarak göstermesi de CHP lehine çalışan bir diğer dış etken oldu. Nitekim AK Parti'ye yönelik tepki oylarının Anadolu'daki bazı belediyelerde YRP'de yoğunlaşarak oyları bölmesi CHP'ye olumlu yansıdı. Buna performansı yetersiz görülen bazı AK Partili belediye başkanlarının yeniden aday olması veya seçmene mesafeli yerel figürlerin aday gösterilmesi eklendiğinde CHP'nin rekabette bir adım öne çıktığı söylenebilir.
CHP'nin Başardıkları
Ancak CHP'nin sandıktan birinci çıkmasını yalnızca AK Parti odaklı olarak ve dış etkenlere bağlı bir şekilde yorumlamak hem CHP'ye haksızlık olacak, hem de AK Parti'nin iç muhasebesi açısından eksik kalacaktır. Nitekim CHP'nin oy oranını artırmasında AK Partili seçmenlerden oy almasına bağlı değişim oldukça kısıtlı olsa da en azından muhalif seçmenler açısından "tabanda ittifak" stratejisinin başarıya ulaştığı rahatlıkla ifade edilebilir. Bu bağlamda CHP'nin muhalif blok içerisinde yürüttüğü ittifak siyasetinin meyvelerini yerel seçimlerde verdiği ve başta İYİ Parti ve DEM Parti seçmenlerinin stratejik oy vererek CHP'ye kazandırdığı görülmektedir. Dolayısıyla CHP'nin 31 Mart'taki en önemli başarısı, diğer muhalif partilerin seçmenlerini kendine geçişken kılmasıdır.
CHP'nin bir diğer başarısı ise uzun yıllardır aşamadığı kimlik ve ideoloji sorununu en azından bu seçim odağında görünmez kılmasıdır. Nitekim CHP, aktör bazlı ve saha odaklı stratejisiyle kimlik ve ideoloji meselesini geri plana atan bir kampanya yürüttü. Her ne kadar seçim sürecinde bazı sorunlar yaşasa da bu sorunların CHP geneline sirayet etmesini önledi. Bunun yerine sahada seçmenlere odaklanan, partiyi veya söylemi değil, aktörleri ön plana çıkaran bir strateji izledi. Diğer bir ifadeyle seçmenle doğrudan etkileşime girmek, karşıt seçmen gruplarını sahada temas ile ikna etmeye dayalı geleneksel AK Parti siyasetinin CHP tarafından benimsenerek uygulandığı net bir biçimde görüldü. Diğer bir ifadeyle CHP ile özdeşleşmiş ve zihinlere yerleşmiş "salon" ve "masa" siyaseti büyük oranda terk edilerek AK Parti'ye geçmişte büyük başarı getiren siyaset tarzı benimsendi.
Bu noktada CHP'nin aday profillerini özellikle kritik yerlerde doğru belirlemesi de sonuçları etkileyen bir diğer dinamik oldu. Nitekim Adıyaman, bu açıdan önemli bir örnek. Buna seçmenlerin bir numaralı memnuniyetsizlik alanı olan ekonomiye yönelik vaat ve söylemler de eklendiğinde CHP, gri bölgedeki seçmenleri özellikle kritik yerlerde ikna edilebildi. Bu bağlamda özellikle sosyal belediyecilik ve sosyal yardım odaklı vaatlerin ön plana çıkarılması da dikkat çekiciydi.
2028'e Doğru CHP ve İmamoğlu Vesayeti
Netice itibariyle 31 Mart seçimleri, CHP açısından 2023'te yaşanan ve büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanan seçim mağlubiyetinin en azından moral ve motivasyon anlamında telafisi oldu. Bu sayede CHP'de yeni bir dönemin başladığını iddia eden "değişimciler"in pozisyonu güçlendi. Ancak CHP'nin sandığa yansıyan eğilimi koruyarak 2028'e taşıyıp taşıyamayacağı henüz belirsiz.
Burada en büyük soru işareti, Ekrem İmamoğlu'nun 2028 cumhurbaşkanı adaylığı hedefi. Zira İmamoğlu'nun bu bağlamda CHP'yi araçsallaştırması ve genel başkana paralel olarak fiili liderlik yapması partinin belli düzeye ulaşmış kurumsallığını aşındırmakta. Her ne kadar başarı, bu sorun ve risklerin konuşulmasını şimdilik ertelemiş olsa da yine başarının sahiplenilmesi meselesi partideki elitler arası bir çatışmayı beraberinde getirebilir. Bu noktada İmamoğlu'nun her zaman olduğu gibi algı odaklı bir stratejiyle kendisini "zaferin mimarı" olarak sunması ve bunu 2028 adaylığı için sermaye yapma çabası, Özel ve ekibinin parti içindeki konumunu pekiştirme hedefiyle çatışacaktır. Tüm bunlara ek olarak Mansur Yavaş'ın her ne kadar hevessiz görünse de özellikle CHP dışı seçmendeki karşılığına güvenerek 2028 için İmamoğlu ile rekabet etme ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
Dolayısıyla İmamoğlu'nun İstanbul'u tamamen dizayn etmesinin ardından 2028'e doğru genel merkez ve Anadolu'ya odaklanması muhtemeldir. Böylelikle CHP üzerinde kuracağı dolaylı hakimiyet ile kendi kişisel ajandasına hizmet edecek bir vesayet inşası için çabalayabilir. Bu çabanın neticesini ise Özgür Özel'in genel merkezdeki gücünü ne kadar tahkim edeceği ve kurumsal direnç mekanizmalarını ne kadar işletebileceği belirleyecektir. Nitekim herhangi bir alışkanlığı ve tecrübesi olmayan bir parti için "başarının yönetilmesi" meselesi, CHP açısından önümüzdeki dönemin en önemli sınaması olacaktır.