Ekrem İmamoğlu ve CHP, Başak Demirtaş'ın adaylık çıkışı sonrası büyük bir paniğe kapıldı. Zira "Demirtaş" soyadı, İstanbul'daki DEM Partili seçmenleri kendine çekebilecek bir albeniye sahipti. Dolayısıyla CHP'nin kurumsal olarak kurmayı başaramadığı ittifakı İstanbul'da ve "taban"da oluşturacağını söyleyen İmamoğlu'nun iddiası boşa düşecek, diğer bir ifadeyle seçimleri kazanma şansına büyük bir darbe olacaktı. Bu riski fark eden İmamoğlu ve ekibi, CHP'nin artık klasikleşmiş mekanizmasını hemen işletti. Tıpkı 2023 seçimlerinde olduğu gibi tehdit unsuru olarak görülen kurum ve/veya isimler kamuoyu nezdinde hedef haline getirildi. CHP'nin sahip olduğu tüm kurumsal kapasite ve medya gücü kullanılarak DEM Parti ve Demirtaşlara yönelik doğrudan ve dolaylı saldırıları ve bir tür itibarsızlaştırma hareketi başladı.
Ancak tüm bu süreç yaşanırken esas odak İmamoğlu veya CHP ile ilgili değildi. Zira Başak Demirtaş'ın adaylık çıkışı, DEM Parti için de bir sürprizdi ve bizzat parti yetkililerince de bu şekilde nitelendirildi. Dolayısıyla ortada kurumsal açıdan işleyen bir süreç değil, Demirtaşların parti politikalarına dışarıdan bir müdahalesi söz konusuydu. Diğer bir ifadeyle DEM Parti, Selahattin Demirtaş'ın eşi üzerinden yaptığı çıkış ve bir oldubittiyle seçmen ve parti tabanının "kendi adayını gösterme" baskısıyla karşı karşıya geldi. Söz konusu baskı neticesinde ise henüz kurumsal süreç ve CHP ile yürütülen ittifak görüşmeleri devam ederken İstanbul'da kendi adayını çıkarmak mecburiyetinde kaldı.
Öte yandan DEM Parti'nin süreç içerisinde yapabildiği tek müdahale Başak Demirtaş yerine farklı ve daha düşük profilli bir ismi aday gösterebilmek oldu. Böylelikle Selahattin Demirtaş'ın parti politikalarına müdahalesi engellenememiş olsa da kişisel ajandasına yönelik kazanımları kısıtlandı. Diğer taraftan aday gösterilerek CHP ve İmamoğlu'na yönelik doğacak negatif etki asgari düzeye indirildi ve kriz, en azından şimdilik çözüldü.
Fakat DEM Parti'de yaşanan krizin aslında İstanbul ile ilgili değil, daha çok parti içi güç mücadelesi ile alakalı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira yaşananlar DEM Parti içerisinde bir süredir devam eden kurumsal sorunlar ve parti içindeki güç odaklarının görüş ayrılıkları ve rekabetin bir çıktısı. Dolayısıyla söz konusu karmaşık sürecin daha net bir biçimde anlaşılabilmesi ve başta yerel seçimler olmak üzere kısa ve orta vadeli etkilerini öngörebilmek için daha kapsamlı bir analiz gerekiyor.
CHP ile İlişkilerde 2023 Mirası
Yerel seçim süreci başlarken DEM Parti'nin kurumsal açıdan genel eğilimi, özellikle büyükşehirlerde 2019'da çalışan formülü tekrarlamak ve CHP ile yeniden işbirliği yapmaktı. Nitekim Millet İttifakı dağılmış ve İYİ Parti, CHP'den uzaklaşmıştı. DEM Parti, İYİ Parti'nin boşalttığı alanı doldurmaya hevesliydi. Zira bu sayede hem yitirdiği siyasi meşruiyeti hem de somut siyasi kazanımları elde edebilirdi.
Ancak burada en önemli sorun, söz konusu "başarılı" formülün DEM Parti taban ve seçmeni açısından 2023'te tüketilmiş olmasıydı. Kemal Kılıçdaroğlu, 2023 seçimleri süresince yaptığı hatalı hamleler ve dayatmalar ile muhalefetin tek bir blok olarak hareket etme stratejisine büyük zararlar vermişti. Öyle ki yüzde 1'lik partiler, oy oranlarının çok ötesinde bir kazanım elde ederken ikinci tur öncesine kadar blok çatısı altına girmeyen Ümit Özdağ'a bile bakanlıklar vaat edilmişti.
DEM Parti ise somut bir kazanım elde etmek bir yana, meşru bir aktör ve "ortak" olarak dahi adlandırılmıyor, Erdoğan karşıtlığı üzerinden CHP ve Kılıçdaroğlu'na destek vermeye mecbur, tali bir destekçi olarak kodlanıyordu. Bu yaklaşımın temel sebebi ise DEM Parti'nin çaresizliğiydi. Zira DEM Parti, PKK ile arasına mesafe koyamaması sebebiyle siyasal meşruiyetini yitirmiş, diğer bir ifadeyle siyaseten dışlanmış bir konumdaydı. Dolayısıyla somut bir kazanım elde etmeden önce meşruiyetini tekrar kazanmalı ve siyaset sahnesinin olağan bir aktörü olarak tekrar pozisyon almalıydı. Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP de DEM Parti'nin bu çaresizliğini siyasal açıdan fırsata çevirdi ve somut kazanımlar yerine dayatma ve gizli vaatler ile örtülü bir süreç yönetmeyi tercih etti. DEM Parti ise kendisini söz konusu çaresizlik sarmalından çıkaracak siyasi bir çözüm bulamadı. Bunun sonucunda da 2023 seçimlerinde kendi seçmenleri tarafından sert bir şekilde cezalandırıldı.
Öte yandan 2023 seçimleri sonrası ortaya çıkan tablo, DEM Parti'nin uzun yıllardır beklediği bir fırsatı da beraberinde getirdi. CHP'deki yeni yönetim kadrosu, DEM Parti ile daha şeffaf ve güçlü ilişkiler kurmaya istekliydi. Çünkü görülmüştü ki Kılıçdaroğlu'nun örtülü işbirliği modelinde dahi DEM Parti, seçmenlerini büyük oranda mobilize edebilmiş ve CHP adayını tüm aleyhteki gelişmelere rağmen sandıkta desteklemişti. Dolayısıyla İYİ Parti'den boşalan alanı DEM Parti rahatlıkla doldurabilir, siyasi meşruiyetini CHP aracılığıyla geri kazanabilirdi. İki taraf da bu strateji üzerinde uzlaşmış görünüyordu.
Burada asıl sorun, DEM Parti seçmen ve tabanının CHP'ye karşı yaşadığı güven kriziydi. Kılıçdaroğlu'nun 2023 seçim mirası olan bu kriz, DEM Parti yönetiminin manevra alanını kısıtlamıştı. Bu noktada CHP ile somut kazanım anlaşmazlığı ortaya çıktı. DEM Parti, taban ve seçmenlerini ikna edebilmek ve yaşadığı baskıyı azaltabilmek için sembolik de olsa bazı somut kazanımlar talep ediyordu. CHP'nin yeni yönetimi ise henüz parti içerisindeki gücünü konsolide etmediği için bu adımı riskli ve erken buluyor, daha çok kamuoyu önünde şeffaf ve kurumsal ilişkiler kurmak ve fazla dikkat çekmeyecek işbirliği modellerini alternatif olarak sunuyordu. Zira parti içindeki dengeler oldukça karmaşıktı ve aday belirleme süreci oldukça sancılı ilerliyordu. Dolayısıyla CHP'nin önceliği kendi içindeki süreci en az hasarla atlatabilmekti.
DEM Parti ise aday gösterme blöfleri ve medya üzerinden yürütülen bazı spekülasyonlar ile CHP'ye kendi önemini hatırlatmayı sürdürüyordu. Zira iki parti arasındaki müzakereler devam ediyor, en azından İstanbul'da bir uzlaşı için şartlar zorlanıyordu. İşte Başak Demirtaş'ın adaylık çıkışı da tam bu anda geldi.
Güç Çatışması ve Rekabet
DEM Parti (ve selef versiyonları) içinde son 10 yıldır Demirtaş, Kandil ve İmralı arasında bir rekabet var. Ancak asıl güç mücadelesi Demirtaş ile Kandil arasında sürüyor. Zira İmralı, çok uzun bir süre önce bu ikilinin ortak tavrıyla pasifize edildi ve asıl güç sahibi Kandil haline geldi. Diğer bir ifadeyle Kandil, DEM Parti üzerindeki hâkimiyeti ile perde arkasındaki asıl ve tek yönetici konumunda. Tüm stratejik kararlar Kandil'de alınıyor ve DEM Parti'nin vitrin isimleri herhangi bir direnç gösteremiyor. Parti yetkilileri yalnızca sözcü konumunda.
Demirtaş ise "Türkiyelileşme" söylemi ile başlayan süreç ile birlikte, yaklaşık 10 yıldır milliyetçi Kürt ve liberal-sol Türk seçmen nezdindeki popülaritesine yaslanarak kendi kişisel siyasi kariyerini önceliyor. Bu doğrultuda Kandil'in güç paylaşmayan, kısıtlayıcı mekanizmasını popülist çıkışlarla aşmaya çalışıyor. Ancak Demirtaş'ın söz konusu çıkışları, planlı veya stratejik değil. Yalnızca seçmende güç kazandığını sezdiği eğilimlere yaslanan ve Kandil'den farklılaşmasını sağlayacak meselelerde gerçekleşiyor. Dolayısıyla tamamen popülist ve kendi kişisel avantajına odaklı.
Başak Demirtaş'ın adaylık çıkışını da bu güç mücadelesi bağlamında okumak gerekiyor. Zira Selahattin Demirtaş, parti taban ve seçmeninin taleplerini takip ederek, eşinin "adaylığı" üzerinden popülist bir hamle yaptı. Bu hamlesiyle seçmenlere, onların gerçek temsilcisi ve fikirlerini önemseyen yegane siyasetçi olarak kendini sundu. Partisine ve doğal olarak Kandil'e de popülaritesini ve bunun sağladığı gücü hatırlattı. Böylelikle beklenmedik bir çıkışla parti stratejisine müdahale edebileceğini tekrar kanıtladı.
Nitekim Demirtaş, 2023 seçimlerinde de benzer bir hamle yapmış, partisine kendi isteklerini kabul ettiremeyince Kılıçdaroğlu lehine yaptığı güçlü bir destek açıklamasıyla partisini yine bir oldubittiye getirmişti. DEM Parti o sırada aday çıkarıp çıkarmamayı, Kılıçdaroğlu ile pazarlıkta el yükseltmeyi tartışırken Demirtaş'ın çıkışıyla bir anda muhalif kamuoyunun hedefi haline geldi. Bir emrivakiyle DEM Parti, Kılıçdaroğlu'nu desteklemek zorunda kaldı. Bunun cezasını ise sandıkta çekti. DEM Parti seçmeni Kılıçdaroğlu'na kerhen dahi olsa oy verdi ama partisini de cezalandırdı. Oy oranları beklenmedik ölçüde düştü.
Demirtaş'ın Kişisel Ajandası
Selahattin Demirtaş'ın yaptığı son açıklamalar ise meselenin sadece İstanbul olmadığını, parti içi mücadelede yeni bir aşamanın başladığını bizlere gösteriyor. Zira taban ve seçmenleri, DEM Parti'nin Erdoğan karşıtlığına endekslenen, terör ve PKK ile arasına mesafe koyamamış, sivilleşememiş ve politika üretmekte çaresiz, kısaca çıkmaza girmiş bir hal aldığını düşünüyor. Demirtaş da bunun farkında ve kendini Kandil'e alternatif bir figür olarak Kürt seçmenlere sunuyor.
Bu noktada DEM Parti'nin CHP ile herhangi bir kazanım elde edilmeksizin işbirliği yapılması yerine popülist "3. Yol" söylemini vurguluyor. Tek tarafla işbirliği yerine müstakil ve iki tarafa da açık ama mesafeli bir pozisyon alınması gerektiğini söylüyor. Ancak Demirtaş'ın bu söylemi, yukarıda da bahsedildiği gibi planlı veya stratejik değil, tamamen popülaritesini sürdürme kaygısıyla üretilmiş ve kişisel bir ajandaya hizmet ediyor. Dolayısıyla Demirtaş için asıl önemli olan Kandil'den ayrışmasını sağlayacak ve parti tabanının hoşuna gidecek bir fırsat yakalayabilmesi.
DEM Parti veya Kandil'in Başak Demirtaş yerine başka bir ismi İstanbul'da aday göstermesi de oldukça kritik. Bu sayede Kandil, Demirtaş'ın parti politikalarına müdahale etmesini engelleyemese de siyasal etki alanını genişletmesine izin vermiyor. Ancak burada eşinin aday olup olmaması Demirtaş için çok önemli değildi. Yaptığı çıkışla Demirtaş, hem kamuoyunda kendisini gündem haline getirdi hem de hedeflediği kişi ve kurumlara istediği mesajı vermiş oldu.