Türkiye yarın yerel seçimler için sandığa gidecek. Böylelikle yakın geçmişin heyecan anlamında en düşük yoğunluğa sahip seçimleri nihayete erecek. Öte yandan söz konusu düşük duygu yoğunluğunu medyanın da etkisiyle bir nebze de olsa aşabilen ve sonuçları tüm Türkiye tarafından az veya çok merak edilen İstanbul seçimleri yarın akşamın odak noktası olacak.
Bu bağlamda yerel seçim sürecinin nispeten düşük tempoda ilerlemesinin birkaç sebebi var. Ancak en önemli sebep olarak 2023 seçimlerinin neredeyse tüm siyasi aktörler tarafından ön plana çıkarılan kritik önemi ve neticesinde seçim sürecinin oldukça erken başlayarak yoğun bir şekilde ilerlemesi gösterilebilir. Seçmenlerin söz konusu uzun süreç içerisinde aşırı siyasallaştığı da düşünüldüğünde duygusal anlamda bir yorgunluğun yaşandığı söylenebilir.
Bir diğer sebep ise 2023 seçimleri ve sonrasında tarafların kendi içerisinde yaşadığı sorunlar ve seçmenlerde söz konusu sorunlar sebebiyle yükselen memnuniyetsizlik. Nitekim Cumhur İttifakı ve özellikle AK Parti seçmenleri nezdinde genelde ekonomi, özelde ise enflasyon ve emekli maaşlarının satın alma gücünde yaşanan düşüş sebebiyle ortaya çıkan memnuniyetsizlik alanları dikkat çekiyor. Söz konusu seçmen grubunda 2023 seçimlerinin kritikleşen önemi sebebiyle sandığa yansımayan ve ertelenen tepkiler ise yerel seçimlerde kendini gösteriyor.
Muhalif blokta ise 2023 seçimlerinde yaşanan ağır mağlubiyet, parti ve seçmenler arasında bir güven krizini tetiklemişti. Süreç içerisinde seçmenlerinin muhalif motivasyonlarını istismar eden, onları normal şartlar altında kabul etmeyeceği koşullara ve ortaklıklara mecbur bırakan, oldubittiler ile manipüle eden ve tüm bunları kazanılacağı "kesin" olduğu söylenen bir seçimin maliyeti olarak meşrulaştıran muhalif partiler, sandıkta seçmenlerine yaşattığı hayal kırıklığı sonrası itibarını önemli ölçüde yitirdi. Dolayısıyla muhalefet için seçmenleri yeniden "heyecanlandırmak" adına öncelikle güven krizinin çözülmesi gerekiyordu.
İşte tam bu noktada seçmenlerin memnuniyetsizliğini ve negatif tepkisini gösterdiği en önemli yer sanılanın aksine alternatif bir üçüncü partiye gitmek değil, seçimlere katılmamak. Zira Türkiye'de iki bloklu siyasetin hakim olmasıyla birlikte seçmenler çoğunlukla blok içinde konsolide olurken yine aynı blokta yer alan partiler arasında geçişkenlik gösteriyor. Dolayısıyla seçmenler karşı blokta yer alan bir partiye veya adaya oy vermek yerine alternatifi kendi bloğu içerisinde arıyor.
Yerel seçimlerde ise bu durum farklı bir sonuç doğruyor. Çünkü yerel seçimler, iki bloklu hakim siyasetin etkisiyle çoğu yerde iki karşıt aday arasında geçiyor ve seçmenlerin önemli bir yüzdesi, normal şartlar altında birinci tercihi olmayan parti veya adaylara kendi blokunun kazanma ihtimali olan yegane aktörü olduğu için oy veriyor. Diğer bir ifadeyle karşıtlık motivasyonuyla hareket ediyor. Bu anlamda cumhurbaşkanı seçimleriyle belediye başkan seçimleri paralellik gösteriyor.
Seçmenlerin kendi adayından duyduğu memnuniyetsizlik veya partisine göstermek istediği tepki, sahip olduğu karşıtlık motivasyonu karşısında ağırlık kazandığında ise cezalandırma şekli sandıkta karşı adaya oy vermek şeklinde değil, sandığa gitmemek / seçimlere katılmamak şeklinde gerçekleşiyor. Bunun yakın dönemdeki en önemli örneği ise 2023 cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turunda yaşandı. Bugünkü adıyla DEM Partili seçmenler, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu'nu oldukça yüksek bir oranda desteklemişti. Hatta Kılıçdaroğlu'nun en yüksek oy oranına ulaştığı 10 ilden 7'si, DEM Partili seçmenlerin yoğunlukta olduğu yerlerdi. Ancak Kılıçdaroğlu'nun ikinci tur öncesi Ümit Özdağ ile yaptığı protokol ve kullandığı söylemin popülist milliyetçi bir dile kayması, ilk turdaki güçlü desteğin azımsanmayacak bir ölçüde erimesi ile sonuçlanmıştı. Öyle ki DEM Partili seçmenler tepkisini sandığa gitmeyerek göstermiş ve ilk tura kıyasla ikinci turda katılımın en çok düştüğü iller, yine ilk turda Kılıçdaroğlu'nu yüksek oranda destekleyen söz konusu iller olmuştu.
Yarınki seçimler için de benzer bir durumun geçerli olduğu, memnuniyetsiz seçmenlerin üçüncü partilere oy vermenin yanında özellikle sandığa gitmeyerek tepkilerini gösterebilecekleri net bir biçimde öngörülebilir. Nitekim son düzlükte Murat Kurum ve Ekrem İmamoğlu'nun kampanyaları da seçmenleri sandığa çekerek katılımı artırmaya odaklandı. Dolayısıyla Türkiye'de seçimlerin her zaman yüksek seçmen katılımıyla gerçekleştiği düşünüldüğünde bu durumun, adayların kendi seçmenlerini motive edebildiğinin de bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Tersten bakıldığında ise nispeten heyecansız geçen seçim dönemi, her iki blokta konumlanan seçmen gruplarının kendi memnuniyetsizliklerine sahip olması, İstanbul'da yarışın iki aday arasında geçmesi ve güçlü bir üçüncü alternatifin ön plana çıkmaması gibi sebeplerle katılımın Türkiye standartlarına göre düşme eğiliminde olduğu söylenebilir.
Buradan elde edilebilecek sonuç ise seçmenlerini sandığı gelmeye ikna eden adayın seçimlerde bir adım önde çıkacağıdır. Zira her ne kadar son birkaç günde bazı manipülatif anket sonuçları dolaşıma girse de İstanbul'da seçimlerin başa baş geçtiği ve sonuçları ufak detayların belirleyeceği anlaşılmaktadır. Yerleşik oy verme davranışları da düşünüldüğünde her iki blok seçmeninin sandık başına geldiği takdirde üçüncü alternatife yönelmek yerine çoğunlukla ve sandık başı psikolojisinin etkisiyle kendi blokunun adayını tercih edeceği öngörülebilir. Dolayısıyla o veya bu şekilde seçmenini motive eden, tüm memnuniyetsizliğine rağmen seçmenini sandığa götürmeyi başarabilen aday seçimleri kazanmaya yaklaşacaktır.