Yeni yıla girerken muhalefetin üç aktörü, CHP, İYİ Parti ve DEM Parti'nin yerel seçim stratejileri de somutlaşmaya başladı. Özellikle partilerden gelen açıklamalar ve kamuoyuna yansıyan haberler, üç partinin hem son yerel seçimler hem de 2023 seçimlerinde uyguladıkları stratejileri değiştirme arayışında olduğunu gösteriyor.
Bu bağlamda CHP ile DEM Parti'nin karşılıklı beklentilerin karşılandığı yeni bir işbirliği biçimi üretme çabasında olduğu söylenebilir. Zira CHP'nin son dönemde attığı adımlar, DEM Parti ile bugüne kadar arka kapıdan yürütülen, örtülü ve fiili işbirliği biçiminden vazgeçerek resmi, kurumsal ve kamuoyuna açık bir model üretmeyi amaçladığını kanıtlıyor. Diğer taraftan DEM Parti, uzun süredir yitirmiş olduğu siyasi meşruiyet ve siyasal alandan dışlanmışlık problemlerini CHP ile yapacağı kurumsal işbirliği neticesinde çözebileceğini düşünüyor. İYİ Parti ise her ne kadar "hür ve müstakil" olarak adlandırdığı bir strateji yürütüyor olsa da yerel seçimlerden ziyade orta ve uzun vadeli bir kurumsal strateji üretmeyi amaçlıyor. Ancak bu durum, İYİ Parti'nin yerel seçimlerde özgül ağırlığını, kazanan olarak olmasa dahi "kaybettiren" bir aktör olarak diğer muhalif aktörlere hatırlatma isteğine engel değil.
CHP'deki Değişimi Doğru Okumak
CHP'de yaşanan lider değişimi sonrası yeni gelen kadronun kendini ispat etmek istediği en önemli sınama yerel seçimler. Zira 2023 seçimlerinin ardından başlayan ve Ekrem İmamoğlu'nun liderlik ettiği değişim dalgası, her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu yerine genel başkanlık koltuğuna Özgür Özel'i oturtmuş olsa da ortaya çıkan tablo ancak bir ara formül olabilecek nitelikte.
Daha da açmak gerekirse, seçim mağlubiyetinin ardından İmamoğlu, muhalif kamuoyundaki memnuniyetsizliği ve hayal kırıklığını hemen fırsata çevirdi. Muhalif kamuoyunda belli bir seviyede olan popülaritesini de kullanarak değişim talebinin liderliğini üstlendi. Ancak CHP tabanı ve seçmenleri, İmamoğlu'nun parti genel başkanlığına oynamasını beklerken farklı bir tabloyla karşılaştı.
İmamoğlu parti içinde fiili lider haline gelmişti ve buna kimsenin itirazı yoktu. Öte yandan İmamoğlu, bu liderliğin kendi istediği bir biçimde olamayacağını da kabul etmişti. Çünkü onun istediği model, CHP içerisindeki oligarşik yapılanmanın güçlerini korumak için birbirleriyle işbirliği içinde olan aktörleriyle mücadele demekti. İmamoğlu'nun ise bu mücadeleyi başarıyla neticelendirmesi için ihtiyaç duyduğu elit desteğine en azından henüz sahip değildi. Dolayısıyla iki odak, parti içerisindeki gücü dengede tutacak bir ara formül üretti. Daha çok iki odak arasında köprü görevi görecek ve liderlikten ziyade sözcülük yapacak Özgür Özel, partinin yeni genel başkanı seçildi. Böylelikle İmamoğlu biraz zorunluktan biraz da kendi tercihiyle CHP liderliğini B planı yaparak, yeniden İstanbul'u ve 2028 seçimlerinde cumhurbaşkanı seçimini kazanma hedefini tercih etti.
Dolayısıyla bugün itibariyle CHP'de çok hızlı başlayan değişim dalgasının aslında sürdürülebilirliği mümkün olmayan ve en azından parti içi güç mücadelesini ortak çıkarlar sebebiyle yerel seçim sonrasına erteleyen bir ara formül ile sonuçlandığı söylenebilir. Ancak bu ara formül, tarafların üzerinde uzlaştığı yeni bir stratejinin uygulamaya konulmasına engel değil.
CHP-DEM Parti İlişkisi Resmiyete Dökülüyor
CHP'nin yeni dönemde en büyük önceliği, muhalif blok içerisinde sarsılan liderlik rolünü yeniden güçlendirmek. Bu noktada İYİ Parti, CHP perspektifinde hem seçmen çalabilme riski hem de itiraz eden tavrı ile CHP'nin liderlik gücünü en çok zorlayan aktör oldu. Üstelik İYİ Parti'nin sürekli olarak "istemez" tavrı da dikkat çekiciydi. Dolayısıyla haklılık-haksızlık bir yana kurumsal açıdan CHP'nin istediği daha yönetilebilir ve liderlik açısından daha az rekabet edebileceği bir ortaktı.
Bu noktada, yine CHP perspektifinden bakıldığında, İYİ Parti'nin kendi ayakları üzerinde durma isteği ve seçim başarısızlığının faturasını yalnızca CHP'ye çıkaran tavrı bir sorun oldu. Ek olarak seçimlerde partinin hem kurumsal hem de taban olarak CHP ve Kılıçdaroğlu lehine başarılı bir performans göstermemesi ve seçmenleri nezdinde büyük fireler vermesi çok önemi bir sorundu. Dolayısıyla ikili ilişkilerde bir yorgunluk vardı.
İYİ Parti'nin tersine DEM Parti ise seçimlerde çok daha uyumluydu. Zira Kılıçdaroğlu'nun en yüksek oy oranına ulaştığı iller DEM Parti'nin güçlü olduğu seçim çevreleriydi ve parti, taban ve seçmenlerini özellikle ilk turda çok başarılı bir şekilde Kılıçdaroğlu lehine mobilize edebilmişti. Üstelik DEM Parti, CHP ile ortaklığa daha hevesli bir pozisyondaydı.
Ancak tüm bunların yanında CHP ile DEM Parti'yi resmi bir ortaklığa bu kadar yaklaştıran etken, iki partinin karşılıklı "kazan-kazan" pozisyonunda olmasıydı. CHP, DEM Parti aracılığıyla ulaşmakta güçlük çektiği seçmenlere daha önce hiç olmadığı kadar ulaşabilme imkanı yakalarken yine en kötü şartlarda dahi cumhurbaşkanı adayına çok güçlü bir destek bulabilmişti. Dolayısıyla CHP, DEM Parti üzerinden ulaşamadığı kitleler nezdinde yeni bir hikaye yazabilirdi. Üstelik DEM Parti'nin CHP'nin muhalif bloktaki liderliğini sorgulama veya onu sınama gibi bir ajandası da yoktu.
Öte yandan DEM Parti'nin yıllardır süregelen meşruiyet sorunu, CHP gibi cumhuriyetin kurucu partisi üzerinden çözülebilirdi. Diğer bir ifadeyle DEM Parti, sembolik açıdan oldukça önemli bir aktör olan CHP ile kurduğu resmi ortaklıkla meşruiyetini yitirdiği kitlelerde yeniden dikkat çekebilir, en azından siyaset sahnesindeki dışlanmışlığı bir nebze giderilebilirdi.
İşte iki tarafın da çeşitli kazanımlar elde ettiği bu ortaklık, yeni bir strateji olarak yerel seçimlerde ilk sınamasını verecek. Ancak 31 Mart'ta başarılı veya başarısız olsa da bu stratejinin daha çok uzun vadeli bir proje olduğu ve yine tarafların kendi imajlarını karşı kitlelerde yeniden inşa ettiği bu ortaklıktan belediyeleri aşan, daha büyük kazanımlar elde etmeyi amaçladığı söylenebilir.
İYİ Parti ve Kaybettiren "King-Maker"
İYİ Parti'nin CHP ile ortaklıktan beklediği kazanımları elde edemediği net bir biçimde ortada. Burada İYİ Parti'nin en büyük stratejik hatası, kendi kurumsal inşasını tamamlamadan CHP'nin başrolde olduğu ve kendisine yalnızca yardımcı rolün düştü bir ortaklık modeline sırf "Erdoğan karşıtlığı" motivasyonuyla razı olmasıydı. Söz konusu hata partinin kurulduğu günden bu yana sahip olunan potansiyelin CHP peşinde heba edilmesi ve onarılması zaman alacak bir imaj kriziyle sonuçlandı.
Akşener'in "hür ve müstakil" çıkışını da en azından bugün itibariyle bu açıdan okumak hata olmaz. Zira Akşener artık herhangi bir kazanım elde etmediği bir ortaklık modeli yerine tek başına kaybetmeyi, ancak kaybetse dahi imajını seçmen nezdinde tazelemeyi tercih ediyor. Stratejisi de doğal olarak siyasi kazanımları erteleyerek yeni bir güven ve kurumsal inşa sürecini merkeze alıyor.
Fakat bu durum, Akşener ve İYİ Parti'nin kazandıran olarak oynayamadığı "king-maker" rolünü, diğer bir ifadeyle iktidarı belirleme gücünü tam tersi istikamette, kaybettiren olarak kullanmasına engel değil. Bu noktada Akşener, CHP'ye kaybettirmeye yönelik hususi bir ajandayı takip etmese de kendisinin ve partisinin özgül ağırlığını hem CHP'ye ve muhalif bloka, hem de kendi taban ve seçmenine hatırlatmak isteyecektir. Yerel seçimlerde de CHP'nin İYİ Parti olmadan yaşayacağı kayıpları bu anlamda kullanacaktır. Dolayısıyla İYİ Parti'nin yerel seçim stratejisini kaybettiren "king-maker" olarak özetlemek mümkün.
Sonuç olarak 2023 mağlubiyetleri, gerek sembolik gerekse somut anlamdaki önemi sebebiyle muhalefetin üç önemli aktörünü hem kurumsal açıdan hem de kendi aralarındaki denge açısından derinden etkiledi. Yerel seçimlerin, 2023 seçimlerinden hemen on ay sonra yapılması ise söz konusu aktörler açısından yeterli toparlanma imkan ve süresi vermedi. Bu sebeplerden dolayı muhalefetin yeniden inşa etmeye başladığı stratejiler yerel seçimlerin ötesini hedefleyen nitelikte. Fakat yeni bir denge kurulduğu ve bu dengenin muhalefet bloku içinde yeni dengeler ve rekabet alanları üreteceği açık.