?Emmanuel Adebayor, Süper Lig'de oynayan en heybetli, aynı zamanda kariyeri en parlak santrforlardan biri. Onu Başakşehir kulübüne getiren yılların hikayesini So Foot dergisine anlatan Adebayor'a kulak verelim: "Ailem Nijeryalı ama ben Togo'da doğduğum büyüdüğüm için kendimi Togolu hissediyorum. Annem Togo-Gana sınırında açık pazarda et satardı, hayal edemeyeceğiniz kadar yoksulduk. Evin damı akardı, elektrik, tuvalet yoktu.
Ailede en ufak bendim. Çocukluğumda yürüyemeyediğim, ayaklarımı hissetmediğim, sonra kilisede benim için edilen duaların ardından kalkıp yürümeye başladığım da doğrudur, insanlar bunu bir şehir efsanesi sanıyor ama ben buna mucize diyorum.
Futbolcu dayım Djima Oyawole olmasaydı futbolcu olamazdım. Onun formasını giydiği Metz'den önce Lome diye ufak bir kulübe gittim. Uzun boylu, çok zayıftım. Antrenör bana 'Üflesem uçarsın, senden futbolcu olmaz' dedi. Ağladım ve dayımla akşam antrenörün kapısını çaldık ve dayım 'Yeğenim çok yetenekli, bir idmanda görmeden karar verme' dedi.
O idmanda göze girdim, evden antrenmana gitmek için her gün 15 km. yürüyordum, bir gün idmana geç kalmadım. Togo U15 takımıyla sonuncu olduğumuz Burkina Faso'daki şampiyonada en iyi oyuncu seçtiler beni. Ajax çağırıyordu ama havaya girmiştim, vize evraklarını bile doldurmadım. Üç ay sonra İsveç'teki gençler turnuvası Metz'e kulübünde önümü açtı. Kanu idolümdü ve daha ligde oynamadan ülkem Togo'da beni kral ilan ettiler, Metz'e giderken havalanında 250 kişi davul çalıyordu arkamdan.
Gülmeyin, futbolun kralıydım, Fransa Ligi'ne gidiyordum. Ekim 99'da Metz geldiğimde birkaç tişörtü, üç gömleği iki de kasketi olan 50 kg bir gençtim, bana güldüler, utandım ama daha da kötüsü dondum. Metz buz gibiydi, birkaç gün soğuktur geçer dedim ama geçmedi, idmanlarda soğuktan ayaklarımı hissetmiyordum, imza günü 'Ben yapamayacağım' dedim, antrenörüm 'Koş ve koşarken konuş Manu' dedi, dudaklarım buz kesmişti, nasıl konuşacaktım ki!
O gün şunu düşündüm, Togo'ya dönersem bir ay kral bendim, 400 Frank'ım bittiğinde peki ne yapacaktım? Kaldım ve alt yapının en iyisi olmayı başardım. Metz ile 1. Lig'de 10 maç oynadıktan sonra beni Milan, Juventus, Chelsea istedi ama hocam 'Manu ikinci ligde kal ve geçen sezon yaptıklarının tesadüf olmadığını ispatla ve 11 oyuncusu olduğunu herkes öğrensin' dedi.
Ona inandım, aynı zamanda orada harika bir "kardeş"im oldu, Mamadou Niang (Fenerbahçe'nin eski santrforu). Metz'den Monaco'ya gittim, Morientes, Nonda ve Giuly takımın kralıydılar, Deschamps beni transfer etmişti ama ertesi sezon gelen İtalyan hoca bana 'Sen kimsin, seni tanımıyorum' dedi. Gitmek vaktiydi anlayacağınız...
DEFALARCA İNTİHARI DÜŞÜNDÜM
Ülkemde tatildeyken Arsene Wenger aradı ve Arsenal'e gelmemi ama bu haberi gizlememi istedi. Delirdim, idolüm Kanu'nun takımı beni çağırıyordu ve bunu kimseye söylemeyecektim. Başka şansım yoktu, Wenger'e 'Sizin teklifiniz benim için onurdur' dedim. Arsenal'de Thierry Henry'den çok şey öğrendim. Bana 'İnsanlar Titi sen çok güçlü ve yeteneklisin diyor ama ben günde ekstra idman yapıp 100-200 şut atıyorum, bunun farkına varmıyorlar' demişti. Barcelona'ya giderken 'Arsenal'in anahtarını sana bırakıyorum' dediğini unutamıyorum.
Wenger, bir gün gelip 'Artık ayrılman lazım' dediğinde şaşırdım çünkü Van Persie beni sevmiyordu. Manchester City'e gittim ve Arsenal'e gol attığımda uzak kale tarafındaki Arsenal taraftarlarının önünde sevinebilmek için 80 metre depar attım. Bir tek takım arkadaşım durduramadı beni, aileme, bana küfretmişlerdi, ellerine geçen her şeyi atmaya başladılar ama kafamı bir saniye bile eğmedim.
Size bir şey söyleyeyim mi o an, hapishane kapısından çıkıp özgürlüğüne kavuşan bir insan gibi hissettim kendimi... Ki o ailem, annem, kardeşlerim beni her zaman param için sevdiler, kaç kez intiharı düşündüm onlar yüzünden.