Her insan mutlaka bir travmadan geçmiştir. Zengin çocukları bile öyledir. Bakmayın onların şımarık hâllerine.
Herkes öyledir. Kimi babasından kimi annesinden kimiyse çocukluğunda başına gelenlerden, akran zorbalığından şundan bundan yaralıdır. Bu yara derindedir, kabuk tutmuş gibidir ama beklemediğin anda cırt diye açılır...
***
İnsan, kendini bilmeye niyet ettiğinde geçmişiyle yüzleşmeye başlar çünkü. Yüzleştikçe, problemleri çözdükçe daha derine iner. Ve çok derine inen (maazallah) geçmişin sisli labirentlerinde kaybolabilir. Benliğiyle bu denli uğraşmanın bedeli, kendinden başka hiçbir şeye ilgi duymayan uyuz bir tip durumuna gelmek de olabilir...
Öyle sızılı bir ikilemdir ki bu. Hem yaranla yüzleşip çözeceksin hem de orada kalıp çürümeyeceksin. Her babayiğidin, her amazonun becereceği işler değildir bunlar...
***
İnsanda, içerde böyledir de dışarda nasıldır? Toplumların tarihleri de öyle değil mi? Bugünün toplumsal çatışmalarını mazide aramak evet vaciptir. Ama erken cumhuriyet geç cumhuriyet Osmanlı Selçuklu Emevi, hatta sevgilimiz Hz. Ali'nin başına gelenler filan derken bir bakmışsınız kaybolmuşsunuz!
Geldiğiniz yollar kaybolmuş, izler silinmiş, haydi dönebilirsen dön geriye, dön bugüne...
Dönemezsin, nerede kalmışsan oranın kılık kıyafetiyle sakal bıyık öyle gezinirsin. Tarihi "Tengri"ye kadar götürenlerin hâli budur mesela. Modern bünyeleri müsait değildir ama 24 saat at sırtında kımız içip uçsuz bucaksız bozkırlarda koşarlar muhayyilelerinde.
Marksist Leninistlerin de durumu öyle. 19. yüzyıldadır onların evleri.
Lenin'le Bolşevik darbesinde,
Stalin'le sado-mazo bir ilişkide. Ondandır, bu Marks dediğin evet tekelci kapitalizmin ince ayarlarını bize gösterdi de huysuz asabi bir İngiliz aristokratıdır nihayetinde. Stalin de hıyarın önde gidenidir, desek... Kalp krizi geçirirler yeminle.
Pür Kemalistlerin vaziyeti derseniz, o konuda çok şey söyledik, kısaca Çankaya'da bir çilingir masasında hafiften homurdanarak ve de 'grand tuvalet' oturmaktadırlar...
Filhakika şekil şemail uleması da biliyorsunuz, hayli güçlüdür ülkemizde. Tasavvufa bile sirayet etmişlerdir eksik olmasınlar. Haydi toparlanın 6 yüzyıla dönüyoruz şeklinde bir manzume...
***
Geçmişle yüzleşmek, geçmişi bilmek tamam da orada çakılı kalmak fena. Bunlar tabii sadece kişisel tecrübe. İnsan maziyi mazide bırakmayı kendi yarasından öğreniyor, çok büyük ihtimalle.
Mesela benim çoktan vefat etmiş babamla alâkalı bir sorunum vardır. Çok yazdım bunu. Kaç uzun yıl çok az gördüm onu. Daima aramızda bir mesafe. Anneannemin evinde onca sene, gıcık olurdum "anneciğim babacığım" diye konuşan çocuklara. Parmaklarını kapıya kıstırmak isterdim hep. Anneannem annem oldu. Asıl anneme de kızdım durdum, böyle baba olmayacak hovarda bir adamla niye... diye...
***
Şimdilerde Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin annesiyle ilgili travmalarını yazıyor sosyal medya sayfasında. Ali'yi geçen yüzyıldan tanırım. Hoşsohbettir. Kardeşi Ahmet ile aram yoktur benim, bir pata küte olayı olmuştur gençlikte, neyse...
Ali Nesin gençlik ütopyalarımızı gerçekleştirdi, matematik köyü kurdu, bendeniz bir kültür sanat köyü kuramadım. O da ayrı hadise.
O şimdi yaşının kemâliyle hesaplaşıyor şahsi tarihiyle. Annesinin gitgellerinin onu nasıl sarstığını anlatıyor...
Onun iç döküşlerine şahit olunca kendi mevzularımı düşündüm. Babam annem, İstanbullu iki memur, iki iyi yetişmiş Cumhuriyet bireyi ve başlarına gelenleri!
Babam zekâ küpü bir asker, annem erken yaşta memur, tombiş Geylani. İki çalışkan idealist insan.
Ardından babamın ordudan tardedilişi, anamın 60 darbesinde sonra (sürgünler mobbingler) ezilişi. Savrulmalar. Bir umut, 40 yaşta evlenmeleri ve iki çocuk yapmaları. Sonra babamın alkole yenilişi ve anamın aileyi ayakta tutmak için kendini hırpalayarak ve hırpalatarak didinişi...
Bir gün anama sormuştum bu adamla niye evlendin diye. Bana kırık bir tebessümle bakıp "eğer onla evlenmeseydim siz olmayacaktınız evlâdım!" demişti de... Dilimi yutmuştum böyle löp diye.
***
Fevri biriydim, babamı bir ölçüde affettim de kendime geldim. Onu anlayabildiğim kadar anladım, anamın kadrini kıymetini bildim de biraz sakinledim. O mevzuda barıştım hiç olmazsa kendimle.
"O niye öyle oldu, bu niye böyle oldu?" diye diye kendi cehennemimizi yaratıyoruz fikrimce. Onu söylüyorum. Bir sürü takıntıya, bir sürü bedeni ve medeni hastalığa kapı açıyor bu. Özeleştiri aynasına bakıp acilen çıkmak lazım. Bir an önce bugüne, şimdiye gelip bu dünya için iyi şeyler, güzel şeyler yapmak lazım...
Olan oldu biten bitti. Geçmiş, adı üstünde geçti gitti.
Nostaljiye saplanıp kalmak sakat durum. Sürekli hesaplaşma psikozu da öyle. Boşuna söylememişler, "dem bu demdir dem bu dem" diye...