'Gergedan' türü dergiler arıyorum. Bilen bilir şahane bir dergiydi. Paramız oldukça alıp biriktirirdik. Edebiyatın birinci ligi. Varlık ve Gösteri de vardı tabii ama onlar biraz eski sol-Kemalist curcunanın eseri. Yazko da öyle. Mavera ile sonradan tanıştım. Muhafazakâr teori bile o zamanlar çok renkliydi. Bir düşünce şenliği. Şimdi bakıyorum internete, yok öyle bir şey...
***
Geçenlerde bir kitapçıya girdim, yeni çıkan dergilere baktım. Kimi abuk sabuk İslamofobik bir terane, kimi edebiyat değil de din diyanet sanki. Ne gereksiz bir israf.
Diyanet TV bunlardan ilerde bir kere. Orada
Anadolu'dan insan manzaraları var. Öyle sıcak, öyle munis. Öykücü olsam pırlanta kahramanlar edinirim kendime. 'Edebî' adında bir program var sonra. Divan edebiyatı üstüne bir hazine. Müthiş bir bilgi birikimi, şaşırtıcı bir hafıza. Şiirler dökülüyor ardı sıra. Ali BektaşÖmer Demirbağ ikilisi bence tek başlarına bir derya...
***
Dergiler ister dijital ister kâğıt, bana göre asi bir edebiyat ve dobra şeyler okuludur, öyle olmalıdır. Sarsıcı ve vakur. Sözünü sakınmayan, lafı dolandırmayan. Nedir o öyle mıcır döşeli sakil eserlere gül kondurmalar, birbirine yancı çıkmalar, şunlar bunlar.
Sağlı sollu bir dert bunlar. Mahalle mahalle dergi yapmışlar. Alayı kendi semtine seslenmekte. Bir ihtiyar heyeti bir de muhtar seçmişler kendilerine. Çalıp oynamaktalar ortalık yerde.
Sonra, "Kimse okumuyor azizim," lafları. "Herkes video seyrediyor, ah yok mu şu sosyal medya, başımıza bela!" gafları... Sizi neden okusunlar birader? Bütün sayfalarınızda kasvetli bir bunalımın tasallutu. Akademik, didaktik boğuntuların tortusu.
Emekli bir askerin (ki bir şekilde statükocudur hepsi) o kimseleri beğenmez homurtusu...
***
Emekli asker deyince benim aklıma rahmetli dayım gelir. Emekli yarbay, kendini solcu sanırdı. Ben ona ütopik sosyalizm o bana Nutuk anlatır,
Erol Toy'un Bakkaldan İmparatorluğa kitabını verirdi.
OYAK sitesinde otururdu, manav açmıştı. Halde falan sıkıntı çıkartır, müşterilere içtima yaptırırdı, battı tabii. Çoluk çocuğu ona dudak büküyordu. Askerlikten ayrılınca sudan çıkmış balığa dönmüştü. Ne otoritesi kalmıştı ne bir şey. Sonunda atari oyunlarının pazarlama işine girdi. Gelecek burada, dedi. Bence doğru dedi, dijital fırtınayı sezmişti...
Kıraathanelere oyun satmak için dağ tepe yürürdü. Bir gün yine bize geldi. Ben onun sohbet arkadaşıydım, baktım cebinde bir sürü paslı çivi, metal eşya. Çıkartıp "bak" demişti, "bunların hepsi milli servet, bu millet adam olmaz, atmışlar öyle taşa toprağa. Topluyorum hepsini!"
Anneannem çaktırmadan, sadece benim anladığım sızılı bir göz süzüşüyle bakar, annem onu çok iyi ağırlardı. Fakat öyle bir gergedan iştahıyla yerdi ki şaşırırdık. Niye böyle diye sorardım anneme. "Evladım, onlar ülkeyi idare etmek için eğitildiler, şimdi böyle kenara konunca... Biliyor musun vaktinde büyük sporcuydu, bütün kadınlar peşinde..."
Bir dünya yaratmış, oraya hapsolmuştu. Dünyaları yiyor fakat her yere yürüyerek gittiği için şişmanlamıyordu. Bir gün yolda kalp krizine tutuldu. Onu anlamayan insanların ortasında hüsrandan kanatlarıyla öteki boyuta uçtu...
***
Kendine bir dünya yaratıp oraya kapanmış insanlar, toplumlar, cemaatler ondandır belki hep tasalandırır beni. Göğsüme bir ağırlık oturur. Ellerim uyuşur..
Bu içine kapanma olayı kifayetsizliği doğurur. Yetersiz, kalitesiz ürünler her camiada bir at gözlüğüyle tutunur. Ondandır bazı romanlar Kadıköy kitapçılarında satılmaz. Çünkü baştan aforoz edilmişlerdir. Benim kitaplarımın başına da bu sık sık gelmiştir. Eminim başkalarının da...
Karakafalar parayı bulunca tozutmuşlar, bastırılmış özentileri ve ters koşumlu ihtiraslarıyla kendi kalelerine hapsolmuşlardı. Beyazların kaleleri zaten muhkemdi. Oralarda pop şarkıcılar sanatçı olarak tanımlanır, ekranlarında İlber Ortaylı ile birlikte kaymaklı kurabiye eşliğinde uyuklanırdı...
***
Onu diyorum, şu ölümlü dünyada sanırım en iyisi mahalle surlarının dışında kalmaktır. Lacivert gecelerde çayırlara çadır kurup uyku tulumunun üstünde uzak yıldızlara dalmaktır...