Bilmek, birliğe ulaşmaktır. Birliğe ulaşmak da kişinin, kendisini zat, sıfat ve fiilleriyle fâni görmesidir. Hatta tüm varlığın Hakk'ın vücudu olduğunu idrak etmesi, varlığın Hakk'la mamur olduğunu bilmesidir.
Benlikten geçmek bundan ibarettir. Böyle olunca o kimse her nereye baksa Hakk'ı görür ve kendisinde de Hakk'tan başka bir şey görmez. Nitekim Cenabı Hakk şöyle buyurur: Her ne yöne dönerseniz dönün, orada Allah'ın veçhinden başka bir şey göremezsiniz...
Niyazi Mısri, Vahdetnâme'sinde böyle söylüyor. Tevhid yani Birlik yani Varlığın Birliği inancı budur.
***
Düşüncemizdeki bu birlik kavramı hayatımızda da gözlemlenir. Eğer hakikati kavrarsak yaşantımızda da buna uygun davranırız. Aşk ile yola çıkar, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı adalet ve merhametle planlarız. Yapıp ettiklerimizde bir bütünlük görmek isteriz.
Yani soyut hakikati kavrayıp somuta uygularız. Buna siz ister amel deyin ister 'praksis' fark etmez. İdrakimizin geldiği üst nokta burada hayatımıza yansır ve onu aydınlatır.
Bizim kim olduğumuz, kalbimizin ışıma derecesinden anlaşılır. Ondandır Hazreti Ali, görmediğim Allah'a inanmam demiştir. Burada İlmin Kapısının bize söylemek istediği şey şudur: Varlığın Birliğini tefekkür etmiş, Hakk'ı kavramış, sindirmiş ve eylemlerine yansıtmış insanlar olmadan dini anlatmak fuzulidir. Bunun en tepe noktası bildiğiniz gibi Resulullah' tır. Ona bakan ne demek istediğimizi anlar. Aynı şey bizim herkes anlasın diye 'Bilge' kelimesiyle tanımladığımız âlimler, ârifler ve velîler için de söylenebilir.
Yani mesele insanlık var olduğu sürece inen erdem sağanağını hayatımıza nasıl uyguladığımızdır. Tevhid budur...
***
Tevhid bilinci vatan sevgisiyle de büyür çiçek açar. Tıpkı tüm yaratılana, kuşa ağaca börtü böceğe, kuzuya kediye ve dahi mahlûkların en üst mertebesi insana duyulan sevgi ve şefkat gibi.
Vatan aşkını da öyle, kalben tanımlarız...
İnsan yaşadığı toprağın izlerini taşır. Anadolu böyledir, İstanbul böyledir, Balkanlar ve eski Osmanlı haritası öyle. Bizim hem tüm insanlığın latif hasletleriyle irtibatımız vardır, hem de Müslüman coğrafyaya ilişkin kimliğimiz genetiğimize işlenmiştir. Biz bu derin Birlik İnancımızla insanlığı hakka hakikate, iyi insan olmaya (Emperyalist-Siyonist faşizmi telin edip) çağırırken, diğer yandan Müslüman kardeşlerimizi ilmin şemsiyesinde yeni bir toparlanmaya davet eder, onların yanında ve önünde dururuz. Çünkü bu gezegende inancıyla bütünleşik, gittikçe daha da kapsayıcı laik ve büyüyen tek demokrasiyiz.
Doğu'ya ve Batı'ya kapsayıcı bir barışı söyleyebilecek hem NATO hem BRICS tarafından kabul edilmiş biricik aklı selim köprüsüyüz.
İnsanlığa çağrı yapan son kale olduğumuz bir klişe değildir. Bilakis bir "Büyük İnsanlık Fikrinin" tezahürüdür. Çünkü Allah herkesin, her şeyin, paralel-hiperbol ne varsa bütün âlemlerin rabbidir. Ve insana aşk ile bakmış ona 'temsilci' sıfatını vermiştir. Eşrefi mahlûkat bu demektir. İnsan bu iltifata uygun bir yükselişe cesaret ederse... evet bu dünya, bu ülke ve giderek bu coğrafya cennet olur...
***
Naçiz bir hakikat arayıcısı, bir edebiyat serüvencisi olarak son TUSAŞ saldırısını da böyle okurum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyanın hâlini gördü ve bir kere daha "içerde birlik, dışarda aktif barış" yaklaşımıyla bir kardeşlik atılımı yaptı. Bu atılım bence tam bir medeni cesaret timsaliydi ve en yüksek kattan geldi. Büyük devlet tavrı ve hamlesiydi. Öyle bir hamle ki sınır ötesi planları bozan bir akıl satrancı. Küresel oyunda bir zeki atak...
TUSAŞ saldırısı buna bir cevap. Seri katiller panik atak geçirdiler, "bizi oyun dışında bırakamazsın" dediler...
***
Ama biz şunu biliriz: Cesareti olmayanın bağımsızlığı olmaz. Bir kere birlik yoluna giren de kolay kolay geriye dönmez. Tevhid bir şifa kaynağıdır, sıhhat içerden başlar. Çünkü kendiyle barışmayan dışarıya sulh getiremez. İnsan-ı Kâmil medeniyetine ram olanlar bilirler ki insan, hayvandan merhametiyle ayrılır. Romantizmin simgesi martılar bile gün gelir yırtıcıya dönüşür, ak güvercinleri yakalayıp ısırır. Ondandır şefkat ve anlayış denen meziyetler, sadece insana yakışır.
***
Niyazi Mısri diyor ki: Sevap dedikleri mahlûkata zarar vermeyip iyi geçinmek, incinmemeye gayret etmektir. "Ey habibim, sana gönderdiğimi onlara bildir. Eğer bildirmezsen Hakkı temsil etmiş olmazsın." denmiştir.
Yani sen bildiğini söyle, yapmazlarsa sana bir zararı yoktur.
Ve sırat dedikleri doğru yoldur. Akılla yürünür...