On beş sene filan önceydi. Muhafazakâr genç entelektüeller yeni ortaya çıkmıştı. Deli gibi kitap okuyorlar, her konuyu geniş bir bakış açısıyla tartışıyorlar, edebiyatın tüm birikimine kucak açıyorlardı. Çoğu, evrensel çapta eğitim seviyesini tutturan seçkin imam hatiplerden mezun olmuşlardı. Onlarla oturup konuştuğumda ahir ömrümde içim sızlayarak aradığım yeni bir kültürel atılıma şahit olduğumu düşünmüş, sonunda bu ülkenin postalla baskılanmış fikir hayatının prangalarını kırıp filiz açtığını düşünmüştüm. Cemil Meriç ile Yaşar Kemal'in, Nazım ile Peyami Safa'nın soğuk savaş hatıralarının solduğunu, düşüncemizin 'Berlin Duvarlarının' yıkıldığını hissetmiş, göğsümde görülmemiş güzellikte bahar çiçeklerinin açtığını sanmıştım.
Ütopik bir adamdım, gene yanılmıştım...
***
Hayatım bir yanılgılar silsilesiydi aslında.
İstanbul'un ücra arka semtlerindeki ergenliğimde ne kadar çok küfür edersem
Anadolu'dan yeni göçmüş arkadaşlarımın arasında prestijimin o kadar yükseleceğini düşünmüş, "istirham ederim" diye konuşan aile kültürümden uzaklaşmış, en ağzı bozuk çocuk rolü yapmış yine yaranamamıştım. Adım hep "hanım evladı" kalmıştı. Onlar hemen tanıyorlardı apartman çocuklarını. Mesela teke tek kavga ederken rakibi yere düştükten sonra bir de yüzüne tekme atmayanı...
12 yaşıma kadar himayesinde büyüdüğüm anneannemden aldığım dergâh terbiyesini, gizlice kulağıma fısıldanan "sen derviş torunusun" edebini, o yaşta anca yanına taşınabildiğim akşamcı babama yaranmak için terk etmiştim. Ama nafile! Hovarda peder hep bir tür takiyeli irtica gözüyle bakmıştı bana. Uzak, azarlayıcı ve daima hiddetli. Her ne kadar okullarda takdirname alsam da küçümseyici bir alayla yanardı elâ gözleri.
Babama isyan bayrağını kaldırmaya cesaret ettiğim yıllarda aldım sosyalist bir yıldız taktım yakama. "Bir daha anama bağırmayacaksın" dedim de ona, nasıl bir şaşkınlık yaşadı ama! En mutlu ve de evet en sızılı bir andır bu hayatımda. Çünkü birden, "haklısın be evlat" demesini beklemiştim, açlığını çektiğim sevgiyle sımsıkı sarılıp da bana...
"Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Türkiye" diye yazılar yazdım sonra lisenin duvarlarına. Babamın diktasına bağırıyordum duvarlarda aslında. Tabii bir de lisenin en güzel ve de devrimci kızına aşıktım, o da vardı haddizâtında.
Ayakkabılarımda kırmızı boyalarla (!) gidip arkadaşlık teklif etmiştim de ertesi gün. Kız yüzüme bakmamıştı, bu da yazılıdır beş ciltlik kişisel hayâl kırıklıkları kitabımda.
***
Sonra savurdum kendimi üniversitelere, sokaklara, nümayiş tozlarına. Felsefeler, büyük romanlar okudum. İtiraf ediyorum şimdi, her vatan evlâdı gibi şiir de yazdım. Kahrolası düzen değişsin diye şenlikli bir seher yelinin peşinde, kardeşlik ve hakça bir paylaşım...
Aynı odaklardan dağıtılan silahlar çıkınca ortaya, her şey çocuksu bir rüyaymış fakat anladım. Çıkınca karanlık yüzleri cehaletimizin, sırtımda erken ölümlerin kâbusu bir kambur. Amerikan beziyle sarılı cuntaların tarakası kurutunca mahallemin yeşil çayırlarını, bir yangın yerinde ıssız evlere kapandım kaldım.
Ülkemin sırtında işkence izleri kızıl. Ürkek, yenik, endişeli ve hımbıl.
***
90'larda gazeteci oldum. Değiştirir mi dünyayı bu dedim, içimden dedim. Telefonlarım dinlense de romantik bir neseptim. Öğrendim, medya dediğin bir medyumun kıvrak flütüydü. Bir oyalanma, bir üzüntü...
Nihayet kalkınca içimde uyuklayan derviş ayağa, açınca gözlerini o snop cehennemde, bütün inançlıları ben melek sandım. Yaralarıma merhem, emindim, gizlenmişti kanatları. Buldum demiştim, başörtüsü direnişinde ilk gençlik yıllarımı...
Sonrasını biliyorsunuz işte FETÖ, şu bu, Holding îtikâdı... Ekranlardan üstümüze sıçrayan o bürokratik sıkıntı.
***
Evet artık söylemeliyim, "Faydalı Bir Kişilik Bozukluğu" var bende! Dünya yıkılsa dipsiz bir ümit coşmakta her sabah bünyemde...
Gerçeklere de kör değilim elbette. İktisadi anlamda ülke sınıf atladı, fakat fikren muradım hep yarıda kaldı.
Hayâl kırıklıklarım da beni işte böyle iyimser, böyle ütopist, amma ve lâkin kimselere yaranamayan tuhaf bir yazar yaptı...