Can çıkar da huy çıkmaz diye bir söz vardır. Bazıları inatçıdır, huyu öyledir...
Kültür sektöründe şu sıralar bazı şahsiyetlerce (öhöm) birtakım isimler konuşulmakta. O alanda bir uzlaşma aranmakta. Liste yapmışlar, neden diyorlar, bakın böyle bir kadromuz var, niye bir ışıltı çıkmıyor san'at dünyamızdan?
Ah'lanmalar vah'lanmalar gırla. Liste de acayip bir kıvamda.
Kimi Nobelli müteahhit, kentsel dönüşüm peşinde! Kimi hepten aşırı gitmiş, kısık sesle, bedenine nasıl bir tat sindiğini... uzun uzun tasvir etmekte.
"Bedene sinen tat" cümlesini duyduğum an, aklıma tütsüleme eylemi gelir benim nedense! Annem kümesten alıp kestiği tavuğu yolduktan sonra ateş yakıp tütsüler, saçınız ya da bıyığınız tutuştuğunda olana benzer bir koku burnumuzu sızlatırdı...
Bir de şu var, hakikatin peşindeki kişi, kendi üstüne sinen tattan, lezzetten bahsetmez, ayıptır bir kere. Tıpkı gizli ermişlerin hırkalarındaki o sökük gibi. Veya peygamberimizin 40 kişilik mecliste ayırt edilememesi gibi...
Bizler, ilim-irfan yolunda arpa boyu yol kat eder etmez, alnımıza ışıklı tabela asıp öyle geziyoruz oralarda buralarda. Bir afra bir tafra.
Ne oldum delisi bir komedi haddizâtında.
***
Kişi mevzulara
kurbağa gururuyla değil, daha bir teenniyle yaklaşınca kendi aczini görüyor. Cehaletini gören haddini biliyor. Haddini bilen kendini bilmeye başlıyor... Biz buna erginleşme diyoruz, olgunlaşma diyoruz.
İnsan- ı kâmil medeniyetinin çeşitli yollarına ram olmak, diyoruz.
Bir kültürel atılım olacaksa kapsayıcılık katsayısı geniş tutulmalı, onu diyorum.
Fakat bizim ülkemizde kültür endüstrisinin huyu bilakis enteresan. Bir tür huysuzluk diyebilir miyiz biz buna? Bence deriz. Huysuzlar Acapellası!
Acapella dediğim biliyorsunuz, insan sesini bir enstrüman olarak kullanan şarkı söyleme hadisesi. Biri susar öteki başlar. Sonra herkes farklı bir tonda sesler çıkarırken müzik oluşur. İtalyancada '
Kilise tarzı' demişler buna...
"Ton-ton-ton, sim-sim-sim, bu mahalle bizim. Tin-tin-tin, çaktırma içimiz boş bizim."
Huysuzlar korosunun şarkılarında herkesin bir mahallesi var. Zaten mahallesinden dışarı çıkan önce bir dağılıyor, sonra da epey zorlanıyor. Mahalle değiştirenlerde ondandır hep bir şaşkınlık hâli izleniyor. Bu koronun sağcısı oluyor solcusu oluyor, muhafaza müdürü, görmemişin oğlu olmuş dönmüş kulağını koparmışı oluyor, oluyor oğlu oluyor...
***
Din deyince tansiyonu fırlayan da 'meyhane' sözü geçince şirazesi bozulan da aynı koronun elemanıdır. İrfan meclislerinde bir hikâye anlatılır:
Vakti evvelinde bilge bir düşünüre iki kişi el almak için gelmiş. Biri alkolik bir kafaya sahip olduğundan, her gün içtiğinden, bunalımda olduğundan söz etmiş. Diğeri selefi kafasıyla ibadet etse de neredeyse delirme raddesine geldiğinden... Ey bilge insan bir çıkış yolu ver bize, demişler.
Bilge düşünmüş, alkoliğe demiş ki; "sen beş vakit camiye gideceksin," diğerine dönmüş, "sen de bu akşam meyhaneye. Bir hafta on gün sonra gelin tekrar bakacağım size." Adamlar "bunun tam tersi olması daha iyi değil mi üstadım?" diye itiraz edince, bilge kişi, "e zaten öyle yapıyordunuz, bana niçin geldiniz o zaman?"
Zıtlıkların üstüne gitmek demek anlayışı geliştirmekle alâkalı. Hiç camiye gitmeyenin camiler kokuyor demesiyle, bir çilingir sofrasında nihansın dideden ey mesti nazım diye şakımamış birinin meyhaneler kâfir dolu demesi aynı şeydir fikrimce. İnsan bilmediği şey üstüne çok konuşur. Bizim 'zamanın ruhuna' turist kalan Acapella korosu gibi...
***
Huysuz bir koroyuz dedik ya, huy bahsinde de ayıptır söylemesi kalın (kesif) huylar vardır, ince (latif) huylar vardır. Edebiyat sanat da hep farklı huyları barındırır. Mesela kalın olanın, misal olarak buzun, incelikle yani buharla bir arada olamayışı gibi fıtraten ve de harbiden zıt olanlar da vardır.
Buz, adı üstünde buz gibidir, buzla kardeştir. Buharı görünce fakat su olur, aslına döner, kendine gelir. O da ayrı bir hadisedir....