Eski gazeteci medya boğuntusundan sıyrılmış kendini okumaya vermiş ve sıkı bir senaryo yazmıştı. Beş gencin bilinmez bir gelecekteki maceralarını, Beyaz Türkler ve 'Zenci' Sufiler arasındaki çatışmayı, Büyük İstanbul depreminin ardından iki kampa bölünen şehri, merhametsiz zamanları...
Aslında cumhuriyetle ve ülkenin gidişatıyla alâkalı bir yüzleşmenin hikayesini anlatmıştı. Senaryosunu şehrin en büyük yapımcısına göndermiş. Aradan bir süre geçince adam bizimkini konuşmak için ofisine çağırmıştı.
Yazar heyecanla hazırlandı ve İstiklal Caddesindeki ofisin kapısını çaldı. Kapıda karşılanmıştı. El sıkışıldı, izzet ikram yapıldı. Bizimkinin kafasında "bu iş oldu" anlamına gelen bir sinyal ışığı yandı desek yalan olmaz...
Koltuklara oturdular ve hoşbeşten sonra, yapımcı zat bu filmi çekmek istediğini ama bazı problemler olduğunu söyledi. İsveç'ten gelecek bir senaryo doktoruyla çalışıp çalışmayacağını sormuş, bizimki eğer öyküsüne aykırı bir şeyler olmayacaksa neden olmasın, demişti. Evet o bir sinema delisiydi ama sonuçta bu onun ilk senaryosuydu. Profesyonel biriyle çalışmak öyküsünü parlatacaktı. Biliyordu.
Yapımcı, "Bu filmi sen mi çekeceksin?" diye sorunca, bizim adam; "Ben sinemada çalıştım ama yönetmen değilim, kamerayı pek bilmem. Yazar olarak kalayım, isterseniz süpervizör olayım, zeki bir yönetmenle çalışayım" demiş, o an yapımcının gözüne daha bir girdiğini hissetmişti...
***
Oyuncu kadrosu şu bu konuşulmaya başlandı. İşler yıldırım hızıyla gelişiyordu. Yapımcı randevularını iptal etmiş, dışardan yemek söylenmişti.
Oda büyücek bir salon kıvamındaydı. Raflarda ödüller, duvarlarda çerçeveli film afişleri filan vardı. Karşıdaki sesi kapalı TV açıktı. O zamanlar bu kadar rağbet görmeyen
borsa kanalıydı bu. Yapımcı adam arada ekrana göz atıyor, telefonu açıp birilerine, o kâğıdı sat bu kâğıdı al, diyordu. Bizimkinin aklından 'ulan ne acayip iş' sözleri geçiyordu ama olsundu. Buna dayanabilirdi. Zaten para da suyunu çekmiş, faturalar birikmişti. Demek ki bu dünyanın kuralı buydu usta!
Tam o sırada sarışın bir civcive benzeyen sekreter kız kapıyı tıklatıp ünlü bir artistin ismini söyledi. Yapımcı çıkmak için hareketlenen bizimkine, "Lütfen otur, iki dakikalık iş, hem tanışmış olursun" diyerekten artisti içeri çağırdı.
Palas pandıras ve yalapşap bir komedyen gibi içeri dalan adam, "Naaber üstat?" diyerekten koltuğa yayıldı. "Bu haftaki oyunum kötü yazılmış abicim, senaryo olmamış, benim bir kaşem var, yaaani!"
Kaşe demek aldığı para demekti...
Yapımcı kahve söylerken, "Hallederiz" dedi. Diğer bir odada senaryo çalışan yazarları çağırmasını söyledi sekretere. Artist çapkınlık hikayelerini anlatırken... Civciv kız başını uzattı "Yazarlar geldi!" dedi. "Gelsin bakiim yazarrrlar!" Artist, "Yazarrrlarrr di mi ama abi!" diye gevşek bir kahkaha attı.
Biraz sonra iki süklüm püklüm, omuzları çökük tip girdi içeri. Dandirikten dizi senaryosunun kölesi olmaktan bitap gibiydiler. Bizimki, 'Kim bilir ne düşleri vardı buralara düşmeden önce!' diye geçirdi içinden... Nihayetinde ne yazacakları dikte edildi, yazar denen garibanlar not aldı, yapımcı artiste döndü, "Tamam mı?" dedi. Artist, "Budur işte!" diye sırıttı.
Ve çıktılar...
Sinema patronu, "Her gün böyle curcuna burası" diye gülerek bizimkine döndü. Bizimkinin nevri dönmüştü ama belli etmenin zamanı değildi.
Bir gözü borsa kanalında olan prodüktör, "Şimdi şöyle bir değişiklik yapsak diyorum. Senin hikayende iki sokak şarkıcısı kız var ya. Biri sufi öteki daha bir ortada. Hah onları lezbiyen yapsak kesin para alırız Avrupa fonlarından! Sağlam bir bütçeyle çekeriz bu filmi. Ne dersin?"
Bizim romantik yazar yavaşça ayağa kalkıp kapıya doğru yürürken, "Bak baba" dedi, "yazarrrlar geldi dedin ya, bu yazar şimdi giderrr!" Arkasından, "Ya bir dakka konuşalım" falan diyen adamı hiç takmadan kapıyı çekti ve çıktı...
***
Onu diyorum, Allah kendi yolunda yürüyen ve kapıyı çekip çıkan yazarlarla tanıştırsın bizi...