Yazılarımı izleyen sevgili okur biliyor, bir anneanne çocuğuyum. İstanbul Sur içinde, Samatya-Langa arasında büyüdüm. Bir hediye, ilk yaşlarda zihin aydınlanması yaşadım. Çevremin resimlerini, ses ve kokuları beynime nakşettim. Ne zaman o vakileri düşünsem her şey buğulu bir sinemaskop film olarak belirir alın perdemde...
Sürme çekmiş zarif kadınları, lafı cuk oturtan edalı hatunları, zikirleri, mevlitleri, ızgara köfteleri. Ananemin dilinden düşmeyen 'Kanaat' kelimesini, aşağılanan 'Tamahkârlık'ı.
Ama en çok rüya gibi kızları! Hayran hayran seyrettiğim o ablaları hatırlarım.
İlkokul tutkum Nuran'ı. Onların ahşap oyma kanepelerini, duvardaki tabloları, annesinin siyah-beyaz filmlerde görülen dublaj sesli kırılganlığını, Nuran'ın anneciğim-babacığım şeklinde konuşmasına duyduğum öfkeyi, o evde yaşadığım mahcubiyeti ve titreyişi hatırlarım. Koltuğun kenarına ilişmemi. Kızın renkli dergilerine hayran kalışımı. Analı babalı hayatını kıskanışımı, benim tuhaf öksüzlüğümü. Koşarak oradan kaçışımı, gidip hayattaki tek varlığıma, ananeme sarılışımı. Ağlayışımı. Onun beni sarmalayışını, "Karabiberim, top şekerim, lâti lokumum" diyerekten öpüşünü, hatırlarım.
***
İstanbul'un Aksaray semtinin uzayan gölgelerini, Çukur Pazar'daki lakerdacıları, midye dolmacıları, pastacıları, o cümbüşü... Küçük Valide Camii'ni, bayram sessizliğini, menekşe kokusunu ve bilezik şıngırtılarını. Art nova apartmanları, çatılarda top oynarken beni neredeyse aşağı iten çocukları. Yükseklik korkumun nedenlerini. Tatil günleri çıkmaz sokağa voleybol ağı geren abileri. Mahallede açılan, ardından şikâyet edilip kapatılan diskoteği. Kadınların bizim evde toplanıp, ışıkları kapatarak, tül perdenin ardından uzun saçlı, yamalı blucinli gençleri fısır fısır izleyişini. "Ne güzel çocuklar! Ana babaları yok mu bunların?" demelerini...***
Dimo en sevdiğimiz bakkal. Rum. Borç yazar, herkese müşfik davranırdı. Gazoz almıştım bir keresinde borca. Ne gazozdu ama! Dün gibi tadı damağımda. Dimo'nun vatan hasretiyle öldüğü söylendi Atina'da.