Hiç araba sevdam olmadı. Sivilceliyken üstü açık Vosvos... Ha bir de ordunun ıskartaya çıkarttığı ciplerden birini almak, karavana bağlamak. Bizim mahalleden, semtten diyeyim bir abi, lâkabı sihirbaz olan araba tasarımcısına teslim etmek, sonra dünyayı dolaşmak. Böyle rüyalar oldu ergenliğimde. Yani karavan mevzuu çok eski mevzudur şehrin kara kafa gençlerinde. Çadırımız oldu, uyku tulumumuz da. Karavan asla...
Tapu biriktirmeyi reddetmişler kuşağındanım. Tamam kiralar fena ama, hadi bir iltifat patlatayım kendimize; gençliğimiz güzelliğimiz de ordan gelmekte!
Tapu biriktirmek değil de bilgi ve arayış biriktirmek derseniz bakın o başka. Biliyorsunuz Lodosçuyum. Lodosçuluk bir meslek, yazmıştım vakti zamanında.
Lodosçu, fırtına sonrası denizin kıyıya vurduğu çer çöp arasından işe yarar bir şeyler toplamaya çalışan kimseye denir.
Baba Erenler söylemiştir, tabiatın ve insanın aslı aynıdır. Ondandır insana küçük âlem denmiştir. Küçük ya da büyük her âlem birbirine bağlanır. İki ayrı âlem yoktur, hepsi 'Bir' ve de tek âlemdir.
Fırtınalar insanın ruhunda eser, onu diyorum. İçindeki kasırgaya karşı önlemi olmayanın hâli haraptır. Gömlek cebinde bir 'Yüzleşme' yoksa insanın bazen kafa çatısı uçar, bazen hayat teknesi dağılır, batar.
***
Hayat enteresan maceradır. Bir bakarsın dünün İslamcıları Beyaz adama kapılır. En bir hayvansever olan
Nazi partisinde bıçakçıdır. Bir bakarsın kendilerine sosyalist diyenler ecnebi masalara yancı yazılır.
Ne diyordum, hah: Lodosçuluk büyülü meslektir.
Deniz Küstü romanında
Yaşar Kemal anlatır:
"Lodosçuluk İstanbul şehrinde kadim zanaattır, helal ekmektir. Ta
Bizans'tan beri sürüp gider. Her lodos sonu rüzgâr denizin altını üstüne getirdikten... sonra lodosçulara gün doğar. Lodosçuların şahin gözleri işe yarayacak öteberileri seçmekte güçlük çekmez."
Lodosçu şöyle düşünür:
"Takarız alnımıza ışıldağını gariplere inmiş Merhamet Kitabı'nın, dalarız sistemin kıyılarına.
Elimize bazen kirlenmiş bir ideal, bazen kırılmış bir kalp geçer. Bazen de kasvetli bir çocukluk, hayal kırıklığı.
Şehri, ahvali ve de kendini keşfetmek denen şeyin ta dibine ineriz..."
***
İslam felsefesi, şehrin caddelerinde görünmez iken sade bir yaşamı savunanlar vardı, onları hatırlarım. Geç hippileri de severim, saz âşıklarını, gitar çalamayanları da! Hülyalı insanları, salaş balıkçı kahvelerini. Ahşap daima çeker beni. Çekmiştir. O yüzden bu Tiny House'lar moda olmadan, Antalya orman köylülerinin ağaç evlerine, o eğimli ustalığa hayran olmuşluğum vardır, bir de Salep Çiçeğine!
Alevli eflatun bir çiçektir, sanki dikine bir üzüm salkımı. Bir mucize. Gözlerini dikersen seni alır, bir antik hikâyeye taşır. Tırak diye harmanilerle MÖ. 4000 yıllarında bulmak istemiyorsan kendini, göz göze gelme aman o ilahi güzellikle...
Bütün antik hikayeler Anadolu'da geçer, bilirim. Sırlı adamların, öyle kadınların topraklarıdır buralar. Her fırtınada ben de tırmıklarım, elerim toprağı, eledikçe karşıma anneannemin Kurtuluş Savaşında kaybettiği zümrüt yüzükler çıkar. Bir de Muhiddin Baba! İnsan kılığında çok gelmiş gitmişlerdir, öyle söylenir. İbn Arabi de diyebilirsiniz siz ona...
Her şeyhülislamdan haz edemeyiz, orası açık! Ama "Arabi'yi inkâr eden hata yapmış olur. İnkârında ısrar ederse sapıtmış..." diyen Kemalpaşazâde Efendi'ye bir selam vermek için kalkar, metroya biner, 1534 yılına gideriz ta!
Lodosçuluk bir zaman yolculuğudur haddizatında...
Araba ya da tapu değil başka şeyler biriktirdim, biriktirdik, onu söylüyorum. Böyle de bakabiliriz hayata! Ne koleksiyonlar var çekmecemizde, kendözümüzde, ruh katımızda.
Ondandır işte lütfen inanın, içi gülen öncesiz ve sonrasız bir tebessüm, dur duraksız tecelli eder insan denen aynada...
Meraklısına:
Efsane yazar Mustafa Tahralı'nın Kubbealtı'ndan çıkan "Tevhid Bilgisi-Arabi Makaleleri" kitabına girerken, ilhamla...