Galata Köprüsü'nün altında bir kış günü sevdiğim kızı dört saat beklemiştim de...
Gelmemişti. Mekânda Müslüm Baba çalıyordu. Kapanana kadar dinlemiştim de hüngür şakır, arabesk nasıl kutlu bir ufuk, ağlamak nasıl ilahi bir antioksidan, işte o zaman idrak etmiştim. Kepenkleri indirirken garson kılığında bir güzel insan, halime acımıştı da "Kardeş yatacak yerin yoksa şu köşeye kıvrılabilirsin" deyince bu kez daha bir beter sel olmuştum kirli gri denize.
İnsan çaresizken deniz kirli gridir daima. Sevinçliyken lacivert, turkuaz.
Hangimiz düşmedik kara sevdaya?
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?
Sinemaya tutulmuştum geçmiş vakitler, her şeyi feda ediyordum o sevdaya. Evsiz zamanlardı. Gündüzleri tamam da ya akşamları? Akşamları apartmanlara, içimde ciğerimi kesen bir sızı, mutlu mesut yanan ışıklara bakardım.
Biz arka mahalle çocukları için kendi maceranı yaşamak kolay değildir öyle. Bir bedel vardır ve daima ödenmekte. Sonra sırt çantamdaki kitaba sarılıp giderdim Cihangir'deki pansiyonuma. Tövbekâr bir mama işletiyordu. Bir buçuk metreye üç metre bir oda. Gece gizlice kalkardım dalardım mutfağa, belki bir parça ekmek, katık olsun diye sinemaskop rüyama.
Bir filme asistan oldum da terfi ettim filmin ofisine. Patron fark edip yasak edene dek yalan değil gizlice ofiste... Nişantaşı'nda bir hayatım oldu benim de...
Herkesten bir anı saklar bu yollar
Herkesin acısı sevgisi kadar
Sahte Doktor Ayşe için esip savurdu ya herkes...
Gariban bir ekosistemden gelen bir gencin doktor olmak istemesi ve olamaması, nasıl bir travmadır, kim bilir?
Varoşta bir kızın doktor filan olması kuantum sıçraması. Aile boyu kurtuluştur oralarda!
Kızcağız anasının umutlarına ve idealine âşık, gurur duyulacak bir kahraman olmak istemiş. Bir yalan söylemiş, ardı gelmiş. Böyledir, bir yalan başka yalanları çağırır. Sonunda yalandan bir hayat insanın başına yığılır.
Kimse kusura bakmasın ben burada insana bakarım. Diğer taraflar fazlasıyla konuşuldu zaten. Hiç para almadan sahte kimliklerle doktor kılığına giren, sapa yola sapıp şaşırmışların öyküsüne bakarım.
Yurt arkadaşının nasıl bir ifadeyle, "Doktor olmadığını biliyorduk biz zaten!" dediğini de görünce...
Esasen bir insanın kendine çelenk göndermesi de çok dokunaklı gelir bana. Onu da söylemeliyim...
Mitomani tehlikeli bir hadise bilirim. Bilirim de kolektif zalimlik diye de bir şey var. Onu da bilirim.
Âşığın gözü kör, kulağı sağır
Doğruyu, yanlışı ondan görmedik
Benim ergenliğimi geçirdiğim mahallede bütün arkadaşlarım ya polis olmak isterdi ya da gümrük memuru. Uzaktan ışıklarını gördüğümüz Yeşilköy Havaalanında işe girmek ise büyük hadise! Doktor olmak mı? Kimse bunu düşünmezdi bile.
Bir gün trenle dershaneye giderken, yanımda hukuktan bir arkadaş, tuğla gibi kitaplarının yardım olsun diye bir kısmı benim kucağımda. Karşıda oturan tombik hanımlar, "Maşallah hukuk öğrencisi misiniz evladım?" dediler de...
Arkadaşımın şaşkın bakışları altında ben "Evet" demez miyim?
Sonra başkalarına da söyledim bunu. Yalan, söyleyeni bozar. Cam kırıkları batar etine kişinin. Neyse finalde hukuk kazandım da bitti yalana kurban gidişim.
Yakıldı, yıkıldı, yine de sevdik
Ah o vefasızlar kıymet bilmedi
Yoksulluk gariplik, vitrinlerde ve ekrandaki pırıltılar. Bir vakitler bir filmde beşinci asistan bir eleman, kızlara yönetmenim demişti de. Eğlence çıkmıştı millete. Sonra o eleman azimle yürüdü de dünyaca ünlü bir rejisör oldu! Ya işte böyle...
***
Demem o ki:
Fahrettin Koca, göründüğü gibi babacan bir insansa eğer; cezasını çekerken Ayşe'ye el vermeli. Çalışıp kazanmalı tıbbı. Benden avukat çıkmadı. Ama eminim harika bir doktor çıkar ondan. Yalandan temizlenmek bir motivasyon hâline gelirse anca kurtulur insan...
Güzelmiş, çirkinmiş ne fark eder ki?
Deli gibi sevmek ruhumuzda var...