Metrodan Tünel'de indiğimde yağmur başlamıştı. İstiklal, yağmura rağmen tıklım tıklımdı. Amerikancı faşolar bomba patlatmıştı ama halk inadına caddeye çıkmıştı.
"Devlet 90'ların eski paspal devlet değil usta" dedim kendi kendime, 'ağırlıkları üstünden attıkça hepimizin devleti oluyor.' Neydi o! Biz yerli aydınların peşine takılan istihbaratçılar, faili meçhuller, Sünni-Alevi çatışmasını körükleyen katliamlar, şunlar bunlar...
Tam 1894 mimarisi Suriye Pasajı'nın önünden geçerken aklıma Terzi Mahmut geldi. Kaldırdım başımı ikinci kata baktım. Lüks mekanlar açılmıştı orada. Ne büyük terziydi Mahmut Bey! Atölyesinde kuzu gibi fareler gezerdi, çırakları her akşam ustaları gidince çilingir masası düzerdi. Sonra heykeltıraş Namık Denizhan'ı düşündüm. Pasajın çatısında boğaza bakan bir evde yaşardı. Her gece pasajın merdivenlerini bastonuyla bir korsan gibi çınlatarak evine çıkardı. Sivaslı bir kapıcı vardı, kiracıları hayatından bezdirirdi. Bir dolandırıcı musallat oldu buna, bütün parasını kaybetti. Ardından evinde yangın çıktı. Yapma etme dünyasıydı...
***
Çiçekçi bir Roman yapışkanlı bir tebessümle bana karanfil uzatınca, verdim parayı, çiçeği yakama taktım.
Birden yanımda bitti kır saçlı, altmışlarında dinç bir adam! "Abi beni tanıdın mı?" dedi. Bir yerlerden çıkaracaktım ama...
"Ben
Hidayet abi, hanın çaycısı, sana çay çıkarırdım sabahları."
"Vay Hidayet nasılsın ya?"
"Abi bir herif var peşimde, Allah'ını seversen sakla beni!"
Hidayet, te ne zaman çaycıyken derviş olmuştu. Kur'an kelimelerine kafayı takmıştı. Her gün bir kelimenin peşine düşerdi. Benimle de kelimeleri çarpıştırırdı.
Montumun cebini açtım, "Gir şuraya!" dedim Hidayet'e.
Hidayet cebimdeki ay çöreğinin yanına büzüldü. "Hayırdır Hidayet, niye peşindeler senin?"
"Abi biliyorsun hanımın babasından kalma bir evimiz var Çukurcuma'da. Uğursuz tipler musallat oldular bize. Evi verin daire verelim şeklinde. İstemiyoruz dedik, iyiyiz böyle. Herifler tehdit mehdit. Bizi şey sandılar iyi mi? Geçen gün önüme çıktılar, gömdüm kafayı, herifin suratı dağıldı. Karakol filan. Peşime takmışlar birilerini, emniyetin orada indirirsin sen beni."
"Tamam" dedim "Sen orda otur, olay bende!"
"Abi Fethi Naci'nin çalışma ofisi vardı, hatırlıyor musun biraz geride. Ona da çay götürürdüm ben. Sen de yazarsın ya, oradan geldi aklıma..."
***
Ne ilginç insandı Fethi Naci! Orhan Pamuk'u fena harcamıştı. Türkçesini, kullandığı kelimeleri, ritmini filan yerden yere vurmuştu. Sol Kemalist kuşaktandı. Çok birikimliydi, o nesil öyleydi. Fethi Naci ayarında bir eleştirmenin yokluğu sebebiyle bu kadar rahat geziniyorlardı roman yazarıyım diyen denyolar. Bir de Sezer Tansuğ vardı tabii. Baş etmesi zor insanlardı. Her ne kadar islamofobik olsalar da onların eleştiri yazıları bir okul olmuştu bize. Edebiyat eleştirisinin bugün böyle mıymıy bir hale gelmesi ne büyük bir kayıptır, diye düşündüm. Hidayet düşündüğümü duymuştu. Cebimden seslendi:
"Abi kanon bile kanon değil be artık. Şimdi kanon dediğin dandik bir engizisyon mahkemesidir, kültür papazlarıdır onlar! Ortodoks konsülleri vardır. 'Allah' dersen o konsülden, 'kadın' dersen öbür konsülden aforozu yersin. Senin problemin her ikisini de demen. Baştan kayıpsın be abi! Görmüyor musun 'Ecnebi Aydın' kelimesini ilk sen kullandın, alayı senden aldı, bir selam vermediler. Vermez kerkenezler."
"Bırak şimdi dedikoduyu!" diye lafını kestim. "En ağır abi Cemil Meriç'tir. Babayı da unutmayalım." dedim
"Unutulur mu abi, rahmet olsun hepsine."
***
Baktım, Akordeoncu Madam Anahit'in Çiçek Pasajı'nı geçmişiz. Hidayet'i çıkardım, kaldırıma bıraktım. "Abi kelimelerin peşini bırakma!" dedi. "Bırakmam" dedim.
Cebimdeki ay çöreğini arandım. Yoktu! Seni gidi Hidayet seni... Yağmur da hızlanmıştı.
Yakalarımı kaldırdım. Karanfili aldım, saldırıda kaybettiğimiz kardeşlerin anısına, o kızıl çiçek dağına bıraktım...
Meraklısına:
Sait Faik-Alemdağ'da Var Bir Yılan'a selamlarımla...