Bir mağara düşünün.
Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yeraltı mağarası. İnsanlar bu mağarada çocukluktan beri siber zincirlere vurulmuşlar. Dijital bir hapishanedeler.
Ne yerlerinden kıpırdamaları ne başlarını çevirmeleri mümkün. Yalnız ekranları görüyorlar, ışık arkalarından geliyor. Uzakta, görünmez bir piramitte oturan züppe diji-tanrıların yaktığı ateşten!
Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca elektrik verilmiş dikenli tellerle korunan bir duvar. Hokkabazları seyircilerden ayıran setleri bilirsiniz, üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir sanal duvar işte...
Ve insanlar düşünün, ellerinde tabletler, telefonlar, aletler. Datalardan imal edilmiş insandır, hayvandır, mekândır, avatarlar... Deniz gören sanal arsa şeyleri, zamazingolar... Dijital parayı bastırıp istediğini alabiliyorsun...
İnsanlar ekranlarla kaplı bir duvar boyunca oturmaktalar. Ağızlarında mikrofonlar, şakaklarından sarkan kablolar ve gözlerinde dalgıç gözlükleri...
"Garip bir tablo bu" diyeceksiniz, haklısınız. Bu evet, özgürlük yerine pazarlanan bir gönüllü esarettir...
Ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerini de arkadaşlarını da arkalarından geçen nesneleri de ekranlara vuran gölgelerden, suretlerden izleyecekler.
***
Şimdi de mağaranın yankılandığını düşünün. Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, değil mi? Çünkü büyük patronlar, tekno-tiranlar nasıl isterlerse öyle yönlendirirler bu köleleri...***
Bir de düşünün ki tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik... Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi, "Bu ne ya?" dedi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Gerçek nesnelerin hiçbirini seçemez oldu. Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgeleri fark etti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini... Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki yansımasına bakabildi. Zor bela gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeye başladı.***
Adamın mağaraya döndüğünü düşünün. O karanlığa alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi? Gırgır geçerler: "Sen dağda tepede gözlerini kaybetmişsin usta. Ne saçmalıyorsun? Biz yerimizden memnunuz. Bak şu an yelkenliyle okyanuslar aşıyorum, işte bak şimdi Charlize Theron ile yemeğe çıkıyorum, akşam Ağrı Dağ'ında çadır kuracağım. Bizi bu eğlencenin dışına çıkmaya zorlayacak adamın aklını alırız, aklını!"***
İşte böyle. Anlattığım hikâye aynıyla vâki, şu ânın tasviri.