Türk edebiyatçıları mı desem aydınları mı desem, ne desem bilmiyorum. İşte onlar, geçmişte çivili sopa ile sindirilmişler, dönüştürülmüşlerdir.
Kenara çekilip kendini, maneviyatını koruyan bir avuç kişi dışında, karakterleri parça pinçik edilmiş, sindirilmiştir...
Yani bugün edebiyat dediğimiz şeyin bakımsız kökü, söylemesi ne kadar acı olsa da mazide, orada...
Açık konuşalım, bu ülkede kallavi bir aydın takımı daima darbe kılıcının yanında durmuş. Ta ki sıra 12 Mart, 12 Eylül'de kendilerine gelene kadar!
Geç Osmanlı döneminde Jön Türk, İttihat namındaki mide fesadı ile bağışıklık sistemi yara alan ve ecnebilerin imparatorluğu işgali ile başlayan... O, insanda izzeti nefis bırakmayan yenilgi duygusu. O büyük travma...
Kurucu Cumhuriyet dönemi ne yazık ki şifa değil katmer katmıştır bu travmaya.
Cumhuriyetin de mütemadiyen didiklediği aydın nesli hapis cezaları, sürgünler dolayısıyla adeta şizofren bir kişilik yarılmasına maruz kalmışlardır. Mesela Fatih Harbiye, Yalnızız kitapları bilinen Peyami Safa, 6-7 Eylül Gladyo provokasyonunda dirayetli bir aydın tavrı takınamaz, saldırıyı alkışlar. Gerçi Safa, gelgitlidir! Zamanında Hitler'in nutuklarını şehvetle dinlediği ve 'bu adam dünya devriminin lideri' diyerekten hüngür şakır ağladığı söylenir...
***
Nazım Hikmet derseniz Kurtuluş Savaşı'nı abideleştiren şiirler yazar ama yine de hapishanelerden kurtulamaz. En son gene zindana gönderilirken Gazi'ye bir mektup yazar.***
Ama panoramik aydın fotoğrafının asıl görüntülendiği yer 1960 darbesidir. Şiirlerini ezbere okuduğumuz Cemal Süreya, Atilla İlhan filan hepsi maatteessüf cunta şakşakçısıdırlar... Bu anlamda da Türk edebiyatseverinin bağrı yaralıdır.***
Şunu demek istiyorum, bugünkü ana akım edebiyat, aydın kuşağı yenilmiş, dayak yiye yiye şizoid edilmiş o eski kuşağın torunlarıdırlar. Bugün tanık olduğumuz fecaat o yüzden normaldir. Bu bir aydın geleneğidir...