Sosyalizm ve kapitalizmin ortak noktası tabiatı esir almaktır.
Esir almak nedir? Silahı doğrultup doğayı insanın kölesi etmek. Mazeret de pozitivist bilim insanları tarafından şöyle verilir: İnsanlık ilerliyor, dünyadaki açlığı yeneceğiz!
Yalan tabii. Afrika'daki yoksulluğun bir deri, bir kemik fotoğrafı gözümüzün önünde. Dünyanın zenginliğinin yarısından fazlasını 60 aile paylaşıyor. Bu da bilinmekte.
Fakat asıl cevabı tabiat ana - ilahi kudretin tecellisi - pek şiddetli verdi: Bağışıklık sistemi çöktü, hastalıklar çığ gibi büyüdü.
Organik besin kavramı artık herkesin dilinde. Neden sonra anlaşıldı ki has sütten evde mayalanan yoğurt, doğal ortamda gezinen tavuk ve yumurta şifa kaynağı.
Şimdi organik pazarlarda kurtlu elma, hayvan gübresiyle bahçe sebzesi yüksek fiyatlara satılmakta.
Hormonlarla, genetiğiyle oynanmış nesepsiz tohumlarla; fabrikasyon, paketlenmiş bir hayat zehirdir bize. O anlaşıldı.
Hâlbuki hakikat söylenmiş durmuştu insanlığa. Hayvana, nebata ve toprağa şefkatle sarıl: 'Tohum senin kardeşin, toprak sadık yârin.'
Lakin 'ilerleme' heyulası tartışılamadı! Çünkü o, kapitalizmin yoksulların üstünde yükselen totemiydi. Ona tapmayan gericiydi. Bütün dünyada Robinson Crusoe'lar, Müslüman Cuma'ları böyle kafaya aldılar.
Öte yandan, küresel çılgınlığın bugünkü halinde bizim gibi ülkelerin ekonomik güce kavuşması elzem, büyüme-gelişme mükellefiyet ise zaruri!
Kolaysa, gel de çık işin içinden…
***
Şu sıralar asıl meseleyi fark eden seküler elitler kırlara göç ediyorlar. Sağlıklı yaşam için ekolojik tarım çiftlikleri kuruyorlar. Kendi network'leri var. Meditasyon, yoga filan, şehirlerde perakende satış şubeleri…
Taştan, kerpiçten evler yapıyorlar. Ortak yaşam alanları, meclisler. Arada orta sınıf kazaları da olmuyor değil!
Mesela gençler doğaya dönmek için Çanakkale, Biga'da taş ev, bir arazi kiralamışlar. Kışın ortasında hurra gitmişler. Fakat o da ne elektrikler kesilmiş, iki gün panik atak! (Sosyal medya yok birader.) Bir de soğuk. Köylü odunu kırmış depolamış ama bir anda fark etmişler ki ocağı yakmayı bilen yok. Dipleri donmuş, palas pandras dönmüşler şehre…
Herkes de dönmüyor, başarılı çiftlikler de söz konusu. Köylülerle konuşmayı öğreniyorlar. Onlar için yerli lisan, yabancı bir lisan adeta. Kolay değil!
Bir de 'Müşterekler' lafı revaçta. Paneller, kitaplar, forumlar.
"Müşterekler", hem özel mülkiyetten hem de kamu mülkiyetinden bağımsız, bilgi ve ilişkilere verilen bir ad. Aynı zamanda seçkinlerin özel mülkiyetindeki çiftliklerde romantikleri bedava çalıştırmak için bir kılıf. O da ayrı espri.
Müşterekler kavramı ile yeni bir ekonomik sistemin yolunu arıyorlar. Kamusal alanın müşterekleştirilmesini ilk Gezi'de duyduk! Onu da not edelim buraya...
Şunu demek istiyorum: Hayat boşluk kabul etmiyor, anında dolduruyor. Kavlimce Anadolu Ruhuna asıl yakışan bir taraftan makroekonomide yol alırken; kapitalizme alternatif vicdan yollarını, merhametin iktisadi yöntemlerini de konuşmak.
'Hep sonradan gelir aklım başıma' laflarıyla hayat geçmiyor zira…