Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Geri dönen cüzdan

Mülteciler üstüne yazdığım yazı en çok Şahbaz'da yankılandı!
O oturmaktan zevk aldığım börekçinin garsonu. Özbekistan göçmeni, çalışıp para biriktiriyor.
Memleketteki anasına, kız kardeşlerine üç kuruş maaşından her ay para gönderiyor.
Şahbaz, 26 yaşında sıkı boksör. Fitnesçi. Sambo güreşçisi. Bankacılık okumak istiyor.

***
Neyse mevzumuz o değil. Geçen akşam eve geldim, soyundum dökündüm, açtım Kazancı Bedih'i, koydum çayı. Oturdum PC'nin başına. Başladı Fuzuli:
"Öyle sermestim ki idrak etmezem dünya nedir Men kimem sâki olan kimdir mey ü sahbâ nedir..."
Arabesk tartışılıyordu öte yandan ortamlarda. Benim açımdan tartışılıp biteli 20 yıl olmuştu ama ne fayda!
Ecnebi kibir sürüyordu.
Despot bir sekülerizmle şehirleri kıskaca alanlar, örtük olarak ezana, açıktan saza-söze karşıydılar. Türküler feodal, din eski bir sosyolojiydi!
Abdülbaki Gölpınarlı Türkçeye çevirdiği klasiklerde 'Allah' kelimesi yerine metazori 'Tanrı' yazmıştı. Filhakika zâtından Allah razı olsundu. Feridüddin Attar'ın 'Tengri' diyerekten konuşmadığına şükrediyorduk. Abdülbaki Bey elinden geleni yapmış, bu kadar bir çatlak açabilmişti.
Tıpkı ülkenin kimsesiz köylerinden şehrin varoşlarına akan evliya torunları gibi! Onlar da dertlerini arabeskle söylediler. Tanrı istemezse yaprak düşmezdi ve arka mahallelerin eğik minarelerinden bağrı yana yana konuşan gariban Müslümanlardı.
Yunus'un, Hacıbektaş'ın çorbasını içenler gardırop dindarlığına da, dinî olan her şeye irtica diyenlere de inat, göğüsleri kan içinde serazat bir iç döküşün şarkılarındaydılar.
Daha sonra sol entelektüeller tarafından 'arabesk abi ya' diye aşağılanacak olan Ahmet Kaya bize, 'beni vur beni onlara verme!" diye haykıracaktı. Onlar; sağlı sollu yarımaydınlardı, onlardan bahsediyordu.
Arabesk, Anadolu denen derin Türkiye'nin zorlama modernizme verdiği kalbi cevaptır. Alan aldı. Alamayan kurudu kaldı...
Müslüm'den Nesimi dinlemek kulağı coğrafyaya yaslamaktı. Medeniyetin sesiydi. Kâh çıkıyorduk gökyüzüne, kâh iniyorduk yeryüzüne.
Melamet hırkasını giymiş olanların şehre sızmasıydı bu.
Evet, arabesk tartışması çoktan bitmişti. Şimdi mesele gazellere vurduğumuz kilitteydi. Biz çünkü Batı müziğine, o müziğin güzellerine, Leonard Cohen'e, Pink Floyd'a ihtiram göstererek, ille ve lakin gazellere sırtımızı dönerek büyük günah işlemiştik! Kazancı Bedih'leri açlığa mahkûm etmiştik.
Kazancı Bedih, Urfa'dan Fuzuli, Nâbi ile seslendikçe, dandik pop şarkılarla beyni haşlanmış insanlar onu kulak arkası ettiler. Oysa Nâbi dediğin şiirin şahikasıydı. Şeyh Galip ona istinaden Hüsnü Aşk'ı yazmıştı. Fuzuli dersen, bilmeyen gerçekten dayaklıktı.
Bedih, katalitik sobadan zehirlenerek eşiyle birlikte göçtü buradan. Para kazanamamıştı şarkılarından...
***
Tam bunları yazarken, telefon çaldı, açtım. "Abi" dedi Şahbaz, kırık dişli Türkçesiyle: "Cüzdanını düşürmüşün burada!" Arandım baktım, evet, demek kimlikler falan geri gelmişti! İçindeki helallik de yerindeydi.
Sevindim.
İnsanın kökleriyle tanışması, kimliğiyle buluşması. Müjdeli bir şenlikti...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA