Geçende Khalkedon'da -Kadıköy'ü öyle anmak hoşuma gidiyor- birtakım işlerim vardı, bitirdim, küçük çayhanelerden birine oturdum. Havada dişli bir soğuk vardı.
Yan masadaki liseli kızlardan biri yanındakine, "Bak burada kozmik enerji var, onun için hava böyle abicim ya! Evrensel bişi" dedi...
***
Kadim bilgeliğimizin 'Bast-ı zaman, tayy-i mekân' kavramlarını düşündüm.
Bast-ı zaman: Zamanın genişlemesi, bereketlenmesi, az bir zamanda uzun bir süre yaşamış olma hâli.
Tayy-i mekân: Mekânı aşarak, bir anda değişik yerlerde görünebilmek.
Şu sıra "Eşzamanlılık teorisi' olaraktan ecnebi ortamlarda, kuantum babında yeniden konuşulmakta.
İnsanın ruh yaşı ile beden yaşı arasındaki uçurum da öyle! "Evladım" demişti rahmetli anam. "Aynaya bakıyorum, 30 yaşındayım. Sokakta nine diyorlar, çok şaşırıyorum..."
Sonra Antalya, Elmalı'da ne ayıltıcı köylüler tanımıştım.
İstanbul'a getirsen -her türlü bilgiç dâhil- haşlanmamış adam bırakmazlardı ortada. O kadardı yani!
Bir defasında kasaba pazarına alışverişe gitmiş, şen şakrak bir manav tarafından "hayatta bırakmam" şeklinde metazori bir tabureye oturtulmuştum. Manav, pazara gelen Elmalıların uğrak yeriydi. "Bizim" demişti Manav, "Sizin gibi okumuş insanlara ihtiyacımız var, burası köylük yer, okuyanı az." Ardından gelen oturmuş, manavda felsefe, geometri, siyaset derin bir muhabbet kurulmuş, benimse nutkum tutulmuştu!
Nihayet fıkralara sıra gelince, el değmemiş bir
Nasreddin Hoca hikâyesi anlatmıştım. Hikâyenin sonlarında "Yukarıda Allah var" sözü geçiyordu.
Kalın gözlüklü, sessiz, ufarak bir adam bana dönmüş, "Affedersiniz biraz önce yukarıda Allah var dediniz" demişti.
"Allah yukarıda değil her yerde. Gecenin yıldızında, sabahın güneşinde, akşamın yelinde, topraktaki fidanda, kuşun kanadında, her yerde ve hepsinden tenzihte. Tecellide."
O an çenemin göbeğime düştüğünü hatırlarım. Vahdet-i Vücud meselesini, İbn Arabi'yi tuğla kadar kitaplardan hatmetmeye çalışan malumat ehlini düşünürüm. Neyse...
Gelelim bugüne. Khalkedon çayhanesinde otururken, önümden geçen minik bir adam durup gülümsedi. "Selamünaleyküm, ahval nasıldır Cem Bey!"
Amanın! Elmalılı Sufi köylü değil mi o?
Ayağa fırladım, buyur ettim ama oturmadı. Bir yere yetişecekmiş, geçti gitti.
Gayri ihtiyari 'Tayy-i mekân' geçti aklımdan. Bast-ı zaman, Tayyi mekân ne meseleymiş meğerse! Te ne zaman konuşmuşuz biz bu kuantum durumlarını. Sonra nerede kesilmiş ip?
'Eşzamanlılık teorisi nedir biliyor musun?' diye konuşmaya devam etti iç sesim. 'Geçmiş ve gelecek tek bir çizgide birleşiyor. Kronolojik sıralama yok. Her şey şu an ve burada oluyor. Abdülhamid de bugünde, İttihat Terakki de! Cumhuriyet bugün kesiyor göbek bağını, Ahmet Yesevi daha yeni konuşmaya başlamakta.'
***
Yanımdaki liseliler hâlâ kozmik enerji ve çayhanenin sihrinden söz ediyorlardı.
Garson lönk diye girdi mevzuya, "Yok" dedi, "Yukardaki sobaları yaktık, ondan hava böyle!"
Kızlar çok bozulmuştu bu girişe. Bense tam da onu düşünürken önümden geçip giden filozof köylüye takılmış, kalmıştım...