Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Dökülen' erkekler ağıtı

Giyim kuşam söz konusuysa, estetik gelenekle ilgilidir. Ya kırsal alanın estetiği ve koşulları bunu belirler ya da kentsel estetik. Türkiye ikisinden de pay alamadı

Kendimi tutmaya çok çalışıyorum, her defasında, her gece, ama can çıkmadan huy çıkmıyor.
Televizyonda haberlere, tartışma programlarına bakarken karşıma gelen erkek (ve kadın) giyim kuşamını inceden inceye eleştirmekten kendimi alamıyorum.
Sadece eleştirsem sorun değil. Bazen öyle görüntülerle karşılaşıyorum ki, bir süre sonra programı izleyemez oluyorum.
Kendimi söylenirken yakalıyorum.
İnsanın yiyip içtiğine, giyinip kuşandığına asgariden dikkat etmesi özüne dönük saygısının bir uzantısı, sonucu değil mi? Ona henüz sahip olmayan birisini biz nasıl ciddiye alacağız? Veya, estetik planda kendisine özgü bir 'sentez' oluşturamamış, kendisini 'yapamamış' birisinin söylediklerini biz nasıl önemseyeceğiz? İster siyaset konuşalım ister sanat, her şey estetikle başlar. O planda meselesini doğru koymuş biri, başka alanlarda öyle aman aman yanlışlar yapmaz. Halbuki, bizde her şey evvela bu alanın iflasıyla, hiçe sayılmasıyla başlıyor. İnsanların üstlerine başlarına dönük özensizliklerinin başlıca nedeni bu.
Gerçekten de biz erkek milleti, yaka paça bir tarafta dolaşıyoruz. Saç sakal tıraşı derseniz aynı şekilde. Ayakkabılar başlı başına bir felaket. Hele doğru kesimleri, ölçüleri hiç aramayın. Arada sırada bin yılın şıkı, baba dostum ve bütün o kuşağın insanları gibi daima iki dirhem bir çekirdek, Erman Abi'yle (Yerdelen) konuşuruz. Televizyonda görünenlerden, yanımızdan geçenlerden yakınırız.
Ceketlerin omuzları birer karış dışarıdadır.
Pantolonlar borudan farksızdır. Yakaların, paçaların oranları, kravatların genişliği, velhasılı kelam, her şey Çarşamba pazarı gibidir. Ceket kolları parmak uçlarına inmiştir. Kravat bağlamasını bilmeyenleri ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Renk uyumu derseniz, orada kalın derim. Altı kaval üstü şişhane lafını bu millet, her ne kadar başka bir maksatla da olsa, söylemişse boşuna değildir.
Gerçi bize benzeyen toplumlar yok değildir. Onların başında Amerika gelir. O ülkede olduğum, kaldığım, zaman geçirdiğim dönemlerde hep aynı meselenin üstünde düşünmüşümdür. O toplum dünyada kendimi çok mutlu hissettiğim yerlerden biridir.
İnsanlar yaptıkları işle ve sadece kendileriyle meşguldür, sadece. Amerikan kültürü ne yaparsanız yapın sizi kabul etmeye, onaylamaya ve kutlamaya hazırdır.
O nedenle de giyimmiş, yiyimmiş, bunlara aldırmazlar. İnsanlar işleriyle var olmak ister, hayatta ve etrafta. Bir de Amerikan orta sınıfını ve dayandığı Protestan püritenizmini düşünürseniz ortaya hiçbir ince zevkliliği (sophistication) olmayan bir toplum çıkar. Her ne kadar New York ve Los Angeles bohemlerinde durum farklı ise de bu 'ortalama' veya 'sıradanlık' gerçeğini hiç sevmedim ve onu Amerika ile aramdaki en büyük çelişki olarak kabul ettim. Yalnız şunu belirteyim ki, herkesin giydiği, şık olmasa bile, pırıl pırıldır, tertemizdir.
Buna mukabil, Fransa, Paris, hatta üniform giyinmeye çok yatkın İngiltere'de durum çok farklıdır. İnsanlar daha çok üstleri, başlarıyla ayaktadır. Sosyal statü onlarla kazanılır. Tamam, sınıflı toplumdan gelmenin aşılmaz sınırlarını da bu hal tayin eder ve o, kabullenilmeyecek bir husustur ama Londra'da, Saville Row'daki terziler, ayakkabıcılar, Paris'te Faubourg St Honore'deki, Av.
Montaigne
'deki dükkanlar, mağazalar az şey midir? Aynı şey İtalya/nlar için misli misli geçerli değil midir, Milano'da, Floransa'da, Roma'da dolaşan insanın şıklıktan başı dönmez mi? Üstelik de şıklık derken, bal gibi erkek şıklığından söz ediyorum.

PASPAL OLMAYI MARİFET SAYIYORLAR
Durum bizde niye böyledir, denirse, kendimce bir açıklamam var. Estetik eğer üst baş, giyim kuşam söz konusuysa, bir gelenek meselesidir. Ya kırsal alanın estetiği ve koşulları bunu belirler ya da kentsel estetik. Biz ikisi bakımından da, bir geçiş toplumu insanları olarak, yeterince pay alamadık. Büyük kentleri dolduran büyük nüfus henüz kendi estetiğini oluşturamadı. Ne kentli ne köylü olan bu insanlar karma bir kültürle yaşıyor.
Henüz yerine oturmamış bir kültür diyelim. Aynı şey kentliler, kentsoylular (ne kadar güzel bir kelime) için de geçerli.
Yerleşik, geleneksele dayanan, estetik sentez temeline oturmuş bir kentliliğimiz yok.
Üstüne üstlük orada da kaval-şişhane ilişkisi ortaya çıkıyor. Kentliler Amerikalıların paspal giyimleriyle sokakta gezmeyi bir marifet, bir 'soyluluk' sayıyor, olacak şeymiş gibi. Ortaya tam bir keşmekeşin çıktığı muhakkak.
Üstelik bu hal, illa kravat-gömlek giymeyi gerektirmiyor. Hatta kravat ceketle şık olmak zordur. Öteki tür, 'serbest' giyim insana daha geniş olanaklar verir. İşin özü, herkesin yerli yerince giyinmesi, giydiğini yakıştırması, üstünde taşımayı, tutmayı bilmesi şarttır. Değil midir?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA