Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Beyoğlu'nda ölümden, ölen Beyoğlu'na

Sokakların hali içler acısı. Defalarca döşenen taşlar çatlak-patlak. Ara sokaklara girenleri kutlamak gerek. Binaların üst katları meyhane, bar, kafe olmuş durumda. Beyoğlu'nun nereye doğru gittiği tamamen meçhul

Çocukluğumdan çok berrak bir biçimde anımsıyorum. Annem, anneannem eğer Kadıköy'den karşıya geçeceklerse o gün 'İstanbul'a' gideceklerini söylerlerdi. İstanbul dedikleri de Beyoğlu'ndan başka bir yer değildi. Hatta 1970'lerden kalma bir resim var elimde. Annemle Beyoğlu'ndayız. Belli ki, sıcak bir yaz günü. Her zamanki gibi asabi bir edayla bakıyorum objektife. Muhtemelen Yavuz çekmiş. Bugün de değişen bir şey yok, pek. İnsanlar asla Beyoğlu'nda bir yere gideceklerini söylemiyor, dile getirmiyor, fakat genel olarak 'Beyoğlu'na gideceklerini' vurguluyorlar. Beyoğlu, çünkü doğrudan doğruya, bir mekandır. O mekanın içinde farklı yerler olabilir ama bu bir şeyi değiştirmez. Bir 'topos', bir coğrafya, başlı başına bir kültürdür Beyoğlu. Öyleyse oraya gitmek zaten bir kültürün, bir edimin, bir eylemin içine karışmak demektir.

FAZLA ABARTMAYA GEREK YOK
Nedir Beyoğlu bugün? Her şeyden önce bir karmaşa. İster kozmopolitizm anlamında, ister heterojenlik anlamında alın, ortada bir karmaşa var. İstanbul gibi 72 milletin, dilin, ırkın, ceddin bir arada bulunduğu bir kentin, odak noktası, ağırlık merkezi, kalbi, Beyoğlu bugün. Herkes orada kaynaşıyor ve herkes orada ayrışıyor. Bu, dün de böyleydi. İstanbul söz konusu oldu mu, insanlar uzun ve çoğu hayal mahsulü olan hikayeler dinler Beyoğlu hakkında. Kuşkusuz ilginç bir yerdi. Art Nouveau binaları, otelleri, yabancı isimli mağazalarıyla birlikte Beyoğlu, Osmanlı son döneminin 'dışarı'sı, Cumhuriyet döneminin hayaliydi. Başka türlü, şu, "Beyoğlu'na kıravat takılmadan çıkılmazdı," sözü açıklanamaz. Ama fazla abartmaya da gerek yok. Doğrudur, annemle yengemin, şimdi kayıp, o muhteşem resminde kadınlar çok genç, güzel ve şıktırlar, babamın gene kayıp bir resimde Novotni'de Selahattin Pınar'ı dinlerken göründüğü resimde beyler iki dirhem bir çekirdektirler, Mütareke döneminin pastaneleri meşhurdur (ben en fazla Mulatier'i merak ederim) ama İstanbul Beyoğlu değildi, Beyoğlu da öyle ahım şahım bir yer olmamıştı. Ayrıca, Beyoğlu/Pera denilince Tepebaşı'nı unutmamak gerek. (Gene benim çocukluğumda kimsenin ağzından Pera kelimesini duymadım. Belki Mütareke döneminde o bölgenin bir 'Sodom ve Gomore' havası taşıması, o sözcüğü silip unutturmuştu, sonradan bir kez daha keşfedildi o isim.) "Beyoğlu'nun bugünkü tarihi ne zaman başlar?" sorusunun cevabı benim kafamda nettir. Hatırlıyorum, Vitali Hakko, bu bölgeyi yaya trafiğine kapatmak için çırpınıyordu. Eski bir Beyoğlu tüccarı ve Vakko'nun sahibi olarak, düşündüğü gerçekleşirse, müşterisinin artacağını varsayıyordu. Beyoğlu Güzelleş-tirme Derneği'ni falan bu düşüncelerle kurdu. (Unutulmuş bir resimde de ben o derneğin düzenlediği gecelerden birinde Çicek Pasajı'nda görünüyorum.) O vakitler karşılaşmalarımızda bu plana ve öneriye şiddetle itiraz ediyor, öyle olursa, Beyoğlu'nun sanılandan çok farklı bir yer olacağını öne sürüyordum. Eh, sonunda Vakko mağazası kapanıp, binası satıldığına göre fakirin görüşü doğrulandı. Şimdi aynı şey Cihangir için düşünülüyor. O da aynı akıbete uğrayacaktır.

YENİ BEYOĞLU İÇİN YAKINANLARDANIM
Bu 'yeni' veya 'yakın' tarihi Beyoğlu'nu bir hayli dönüştürdü. Orayı İstanbul boheminin odağı haline getirdi. Beyoğlu'na inmenin o bohe-me karışmak dışında ve İstiklal Caddesi'ni bir 'geçit' olarak kullanmanın ötesinde bir anlamı kalmadı. Beyoğlu artık ne lüks bir mahalledir ne bir alışveriş muhitidir. Onlar uzun bir süre Nişantaşı-Teşvikiye hattında kaldı. Şimdi daha güncel veya çağdaş bir anlayışla Çukurcuma-Galata-Kuledibi ekseninde yayılıyor. Beyoğlu ise her geçen gün biraz daha elden çıkıyor. Bir alt kültür geliştirmesi veya alt kültürün nabız vurduğu bir yer olması Beyoğlu'nun, beni sadece sevindirir. Alt kültürler, yeraltı kültürleri gerçek şehirleri şehir yapan öğelerdir. Beyoğlu'nun da böyle bir dokusunun olduğu muhakkak. Fakat Beyoğlu bundan daha fazlası şimdi. Çünkü, bir alt kültür oluşturmaktan daha fazla, bu semt, bir kültürsüzleşmenin demeyeyim ama, özgül bir kültürün odak noktası: lümpen kültürün. Günün çeşitli saatlerinde gidiyorum oraya. Bilhassa Taksim-Galatasaray arasında başıboş, umarsız, ne aradığını bilmeyen bir kitle salınıyor ortada. Yapacak bir şey yok, belki sevindirici de, ama, akşamları sokakta adım atmanın bile olanağı bulunmuyor. O kitle, 'piyasa' yaparken yukarıdan aşağıya ve tersine ortalıkta, tam manasıyla, salınıyor. Yaşanan gürültü kirliliğinin haddi, hesabı yok. Devasa binalar, AVM'ler dikiliyor ortalık yere. Eski Beyoğlu'nun izleri (Emek gibi) teker teker siliniyor. (Eskiye hiç merakım yoktur ama, Criterion, Londra'nın ortasında duruyor. Paris'i zikretmeye hiç gerek yok.) Sokakların hali içler acısı. Defalarca döşenen taşlar çatlak-patlak. Ara sokaklara girenleri kutlamak gerek. Binaların 4., 5. katları meyhane, bar, kafe olmuş durumda. Nereye gittiği Beyoğlu'nun ise, büsbütün meçhul. Nedir bu durum, bilinçli bir ihmal mi, bilmediğimiz yeni, güçlü,olumlu bir gelişme mi? Eski Beyoğlu diye yakınmayı hiç anlamam. Ben yeni Beyoğlu için yakınanlardan olmayı tercih ederim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA