Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde, 1970 ve 80'lerde üniversite, hatta lise okumak bir 'statü' göstergesiydi. Bilhassa yoksul ailelerin idealist olanları, çocuklarını okutmak için ne gerekiyorsa yaparlardı. Okumak, yoksulluktan ve yoksunluktan kurtulmanın -benim pek benimsemediğim yaygın deyişle söylersek- 'sınıf atlama'nın bir yoluydu. Bir de çocuklarını subay okullarında okutarak ve böylelikle orduda kurmay sınıfa dâhil ederek yoksulluktan kurtulmaya çalışan aileler vardı.
Bugün, 21. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde üniversiteli nüfusundaki patlamayla birlikte kampüs, belirli bir oranda hayata atılmamanın bir vesilesi haline geldi. Teşbihte hata olmaz; kampüs anne rahmi gibi korunaklı bir alana dönüştü, tabii ki öğrencilerin tamamı için değil, ama hatırı sayılır bir kesimi için...
Öğrencilik hayata atılmanın ilk adımıdır. Kampus; ofisle mukayese edildiğinde korunaklı bir alandır; ama nasıl ki dünyaya gelmek zorundaysak, hayata da atılmak zorundayız.
TÜRKİYE'DE 7,5 MİLYON ÜNİVERSİTELİ VAR
Bu yazıda güncel veriler ışığında kampüs- ofis diyalektiğine ışık tutmaya çalışacağız. 2024 yılı için konuşursak Türkiye'de toplam üniversite öğrencisi sayısı 7,5 milyonu buluyor. Dolayısıyla nüfusumuzun yüzde 9'unun üniversiteli olduğunu söyleyebiliriz.
Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) verilerine göre kız öğrenci sayısı son iki yıldır erkek öğrenci sayısını geçiyor. Bu yıl kız öğrencilerin oranı yüzde 51,7.
Türkiye'de 129'u devlet, 75'i vakıf ve 4'ü vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere toplam 208 yükseköğretim kurumu bulunuyor. Üniversiteli sayısını küsuratıyla da vereyim: 7 milyon 503 bin 181. Buna karşılık 181 bin 498 öğretim elemanımız var. İki yıl önce üniversiteli sayısı 8 milyondu, son iki yılda öğrenci sayısında bir parça düşüş yaşandı.
Öğrencilerin cinsiyeti açısından bakıldığında ise ilk kez geçtiğimiz yıl kız öğrenci sayısı, erkek öğrenci sayısını geçti. Geçtiğimiz yıl oran yüzde 50,8 idi. Bu yıl takribi bir puan yükseliş kaydetmiş.
KADIN AKADEMİSYEN ORANI YÜKSELİŞTE
İmdi... Bir başka güncel veri paylaşımıyla birlikte işin analiz kısmına geçelim. Günümüzde öğretim elemanları arasında kadın akademisyen oranı yüzde 46,4'e erişmiş vaziyette. Yakında kadın öğretim elemanı oranı erkek öğretim elemanı oranını geçerse şaşırmamak lazım. Çünkü o da yükseliş trendi içinde.
Ve gelelim bütün bu verilerin analizine... Bu sayılar, Türkiye'de nüfusu en fazla grubun üniversite öğrencileri olduğunu gösteriyor ki, bu iyi bir şey değil. Zira ülkemizde en çok tercih edilen bölümler 'iş garantisi' umuduyla işaretleniyor. Yoğun tercih edilen bölümler şunlar: Hukuk, Tıp, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, Mimarlık, İnşaat Mühendisliği, Diş Hekimliği, Sınıf Öğretmenliği, Eczacılık, Psikoloji, Hemşirelik, Mühendislik... Ama buralardan mezuniyet durumunda da iş garanti değil.
Bölümlerden mezun olan öğrenci sayısı ile mesleği icra edenler arasında bir dengesizlik söz konusu. Kariyer ve Yetenek Yönetimi Derneği'nin araştırmalarına göre üniversite mezunlarının en az üçte biri iş bulamıyor. İş bulamama sebeplerinden en önemlisi istihdam yetersizliği, ancak öğrencilerden kaynaklanan sebepler de var.
BÜTÜN YANLIŞLAR BAŞLANGIÇLA İLGİLİDİR
Ve bir diğer önemli boyut: Üniversite mezunu olmadan uzmanlık gerektiren işlere atılan gençler, üniversite mezunlarından daha çok kazanabiliyor. Misal bugünlerde 60-70 bin TL gibi maaşlara sıva ustası bulunamıyor, tamircilerin, teknik elemanların sayısı giderek azalıyor.
Okumak iyidir, ama okumayı da fetiş haline getirmemek lazım. İnsan 'hayat üniversitesi'nden de mezun olabilir. Üniversite okumadan hayatta başarılı olmuş pek çok arkadaşım var.
Bu yüzden gençler tercihlerini dikkatli yapmalı. Çünkü malum, hayatta bir defa yanlış yolu seçerseniz geriye dönüş imkânsız değilse bile zordur. Hatta bazı durumlarda imkânsızdır. Zaman, geri dönüşsüzdür.
İtalyan şair yazar Cesare Pavese'nin öğrenci tercihlerine uyarlanacak iyi bir aforizması var. Yaşama Uğraşı adlı kitabından aktarayım. "Bütün yanlışlar başlangıçla ilgilidir" der. Gençler, başlangıçlarının yanlış olmaması ince eleyip sık dokuyarak tercih yapmalı.