Sene 2013. Uçak, Fetullahçı Terör Örgütü ile ilgili bir haber takibi için gittiğim Dubai Uluslararası Havalimanı'na doğru ağır ağır alçalırken, gökyüzündeki tıraş köpüğünü andıran beyaz bulutlara ve onların arasından da yeryüzündeki başak tarlalarını andıran sarımtırak kum denizine baktım ve İpod Shuffle'ımdan Özgür Çağrı'yı açtım. Politik arabeskin babası Ahmet Kaya'dan…
"Harcanan bunca emek, bunca değer,
İşleyen rotatifler,
Cesetleri iğnelemek gibi bir şeydir.
Ve zaman göz kırpıp usulca telaşına,
Homurdanarak çekip gitmiştir."
Rotatif kelimesinin sesini çok severim. Fransızca kökenli bu kelimeyi ilk olarak 1994 senesinde Ahmet Kaya'nın Şarkılarım Dağlara albümündeki Özgür Çağrı adlı şarkısında duyduğumdan beri severim. Ve rotatif kelimesinin anlamını, o dönemde internet olmadığı için sözlükten öğrenmiştim. 'Basım makinesi' demekti ve doğal olarak matbaayı çağrıştırıyordu, yazmayı sevdiğim için bu kelimeyi de sevmiştim muhtemelen.
Öğrenme aşkını babam rahmetli Ramazan Ünlü'den öğrenmiş bir adam olarak, onun ölümünden önce de, ölümünden sonra da ona layık bir evlat, bir yazar olmaya çalıştım. Babam, her ne kadar yazılmamış olsa da çok güzel bir hayat yaşamıştı. Yoksul, ama çok zengin bir hayat… Yazılmayan hayatlar daha büyüktür; bilmediğimiz büyük hayatlar, bildiklerimizden fazladır.
Sırlı bir adamdı babam, gerçekleri bilirdi ve gerçeklere de bazen sır muamelesi yapardı. Benim gibi değildi babam; gerçekleri anlatmak için fırsat kollamaz, hatta bazen fırsatını kendiliğinden bulsa bile nefes tüketmezdi.
Babadan oğula geçen bütün hikâyeler, bir gazeteci, romancı olarak hep ilgimi çekmiştir. Bu yazının temalarından biri olan baba-oğul hikâyesine geleceğiz. Ama öncelikle şu Özgür Çağrı meselesine bir açıklık getireyim:
MİT YÖNETİCİSİ İLE GÖRÜŞEN 'KÜRTÇÜ'
Şarkının sözlerini yazan, Orhan Kotan adlı bir zat. Orhan Kotan'ın ağabeyi Mümtaz Kotan, Devrimci Doğu Kültür Ocakları üyesiydi. Kendisi de sol ve giderek Kürtçü bir ideolojiye sahipti. Özgür Çağrı şarkısında benim için bir istihbarat hikâyesi var, o yüzden anlatıyorum:
2005 senesinde şimdi rahmetli olmuş istihbaratçı bir büyüğümden Kotan soyadını işittim. Emekli Milli İstihbarat Teşkilatı yöneticisi rahmetli Burhan Basgün'den söz ediyorum. Büyük adamdı, saygı ve minnetle anıyorum.
Basgün, Kürtçü bir dernek olan Devrimci Doğu Kültür Ocakları'ndan yazar Mümtaz Kotan'ın çocukluk arkadaşı olduğunu anlatmıştı bana. Bir gün Ankara'da Sakarya Caddesi'nin arka sokaklarından birinde Mümtaz Kotan'la görüşürken 'pasif fiziki takibe' maruz kaldığını hissettiğini, sonra bu hissinin; Teşkilat'ın kendisine "Mümtaz Kotan'la neden görüşüyorsun?" diye sormasıyla doğrulandığını söylemişti. Teşkilat'taki arkadaşlarına "Mümtaz'ın siyasi yönünü iyi biliyorum. Ama çocukluk arkadaşım ve biz de oturup çocukluk anılarımızı konuşuyoruz" demişti Burhan Basgün de. Böyle delikanlı bir adamdı. Basgün gibi bir adama kimse, milli güvenliğin ya da kişisel ahlakın ne olduğunu öğretemezdi.
Derken yıllar sonra yine çok şey öğrendiğim, 'yaşayan efsane' olarak gördüğüm 'eski istihbaratçı, daimi entelektüel' Cemal Alparslan Ertuğ'dan bu iki Kotan'ın kardeş oldukları bilgisini aldım. Bu öykünün ve Ertuğ'un mazisine dayanan, kendisinin de sonradan keşfettiği istihbarat öykülerinden bizim mesleğin klişe deyimiyle Hollywood filmlerine taş çıkartacak senaryolar çıkar. Bir tanesi mezarlıktaki bir 'detrap'ta (casusların gizli buluşma noktalarına verilen isim…) bulduğu kriptolu mesaj mesela... Bu türden manşetoğlu manşet haberler… Ki kendisinden vaktiyle çok haber de aldım, şimdi bari haberin konusunu söyleyip de kaynağımı ele vermiş olmayayım. Ezcümle Alparslan abiyle çok iyi anlaşırız, birbirimizi anlarız, aramızdaki tek fark kuşak farkıdır.
ATATÜRK'TEN YAŞLI SİLAH ŞİRKETİ
Kuşaklar da bugünlerde daha ziyade Y ve Z'nin talihi ya da 'makûs talihi' bağlamında tartışılır oldu. Ama Avrupa'da halen genellikle üç, dört kuşaklık üretim ve marka öyküleriyle birlikte anılır kuşaklar. Bizde ise, en iyi olduğumuz alanlarda bile dört, üç, hatta iki kuşaklık üretim ve marka nadirattandır. Savunma sanayii alanında önemli işler yapan Sarsılmaz işte bu nadir örneklerden biri. Hava savunmasındaki yüz akımız Baykar gibi babadan oğula geçen bir gelenekle geliyor Sarsılmaz da.
Sarsılmaz, Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumundan bile bir yıl önce, 1880 senesinde kurulmuş köklü bir şirket. Ve iki kere baba oğul hikâyesi olduğu için anlamlı. Dolayısıyla dededen toruna diyebiliriz. Türkiye'de üstelik de savunma sanayii alanında mazisi bu kadar eski olanı bulamazsınız.
19. Yüzyıl'ın son çeyreğinden bu tarafa yaşayan şirket pek çok önemli 'savunma sanayii mahsulü' üretiyor. Ama özellikle tabanca, tüfek ve ağır makineli tüfekleriyle temayüz ediyor.
Şirketin fabrikası Düzce'nin Beyköy beldesinde. Fabrikaya, Cemal Alparslan Ertuğ ile birlikte gittik. Ve fabrikayı şirketin Genel Müdür Yardımcısı Murat Akalın'ın mihmandarlığında gezme imkânı buldum. Milimetrik sapmaları bile hesaplayan yapay zekâ destekli sistemlerle üretim yapıyorlar.
EN ÇOK ABD'YE TABANCA İHRAÇ EDİYOR
Sarsılmaz'ın şu anda ihracat yaptığı ülke sayısı 80'i aştı. Bu arada en fazla ürünü de daha düne kadar (Düne kadar dediğim 2004 senesinde askerken gözlemledim bunu) kışlalarımızdaki nöbetçi düdüklerini bile satın aldığımız ABD'ye ihraç ediyor. Sarsılmaz, yurtdışı satışlarının yüzde 50'sini SAR USA markasıyla dünyanın en büyük hafif silah pazarı ABD'ye gerçekleştiren bir firma.
ABD, kendi öz düşünürleri Rollo May'in deyimiyle şiddet üstüne kurulmuş bir medeniyet olduğu için orada bireysel silahlanma bizden fersah fersah yaygın, malum. Dolayısıyla bireysel silahlar için ABD iyi bir pazar.
Sarsılmaz'ın kurucusu, Latif Aral Aliş'in dedesi (babasının babası) olan Abdüllatif Bey. Zaten torunun ilk ismindeki Latif de oradan geliyor. Daha önemlisi, şirketin ismindeki Sarsılmaz; Abdüllatif Bey'in vaktiyle oğluna verdiği isimden tevarüs ediyor. Yani Mercedes'in; ismini, kurucusunun kızından alması gibi; Sarsılmaz da ismini Abdüllatif Bey'in oğlu, Aral Aliş'in babası Sarsılmaz Aliş'ten almış. Şirket, 1880'de Elazığ'da kurulduktan sonra 1956 yılında İstanbul'a taşınmış.
Sarsılmaz Aliş, Yeni Milenyum'a girdiğimiz sene, 2000'de 67 yaşındayken beyin kanamasından vefat etmiş. Babasının vefatından sonra, şirketin yönetimini Latif Aral Aliş almış.
Sarsılmaz, şu anda 300'ün üzerinde ürün üretiyor. Numune olsun diye bile marka, model ayrıntısı vermeyeceğim. Ama bir tüfekleri var, ki denedim. İsmini vermeyeceğim. Tam bir piyade tüfeği. Askerliğimdeki G3 ile altı ayda anca kurduğum bağı bununla bir saatte kurdum. Hani Stanley Kubrick'in Full Metal Jacket filminde Çavuş Hartman'ın eğitiminde şöyle dedirtiyorlardı ya, "Tüfeğim olmadan ben bir hiçim. Ben olmadan tüfeğim bir işe yaramaz". İşte tam bu maskülen, yerine göre militarist mottonun hakkını veren bir piyade tüfeği.
TERÖRLE MÜCADELEDE İHA FAKTÖRÜ
Sarsılmaz gibi yerli, milli şirketlerin terörle mücadeleye de elbette büyük katkıları var. Ama terörle mücadelede tüfeklerden ziyade İHA ve SİHA'larla fark yarattık.
Türkiye, 1984 yılından bu yana PKK terörüyle mücadele eden bir ülke. Bu 38 yıllık, silahlı terörle mücadele mazisine dair ilk söylenecek gerçeklerden biri, terör örgütünün başarısız olması. Bununla birlikte her ne kadar terör, ülkemizden tek bir çakıl taşı alamamış olsa da bize can, zaman, emek ve para kaybettirdi.
Terörle mücadelede her daim başarılı bir ülkeydik ama son yıllarda başarı yüzdemizin gözle görülür biçimde arttığını müşahede ediyoruz. Bunun en önemli sebebi, İHA ve SİHA'larla gelen teknolojik devrim…
İHA'ların üretilmesinin tam miladını söylemek zor. Misal Baykar, bu işi yıllardır yapıyordu. TUSAŞ ve diğer milli savunma sanayii kuruluşlarımızın da çalışmaları vardı. Bu İHA, SİHA meselesi; bizim açımızdan niceliksel sıçramanın niteliksel dönüşüme evrilmesi. Birikti birikti ve birden devrime dönüştü. 2012'lerde bile İsrail Heron'u kullanıyorduk, hesap edin. 2015'ten itibaren ve özellikle de 2016 15 Temmuz'undan sonra sıçrama yaptık bu alanda.
İHA'da Soğuk Savaş dönemi ABD'si ve SSCB'si gibi bir dehşet dengesi kurduk.
YERLİ İHA'NIN ÖNCÜSÜ BAYRAKTAR
Ülkemiz, İHA teknolojisinde son yılların tartışmasız yükselen yıldızı ve artık dünyanın en iyi İHA'larını üretiyor. Bunlardan en öne çıkanı Bayraktar TB1 ve TB2 Taktik İHA sistemleri. Bunun haricinde TAİ Anka S de yerli İHA teknolojisinde öne çıkan bir ürün. Bayraktar Mini İHA, Malazgirt İHA ve Karayel ile bir 'kamikaze İHA' olan Alpagu&Kargo, TSK envanterindeki diğer bazı önemli İHA'lar. Yani Türkiye'nin elinde de tıpkı Rusya ve İsrail'in olduğu gibi 'kamikaze İHA' var.
Bunların haricinde Malazgirt Döner Kanat Mini İHA'sı, Doruk 101-A Aerostat Sistemi, TAI Akıncı SİHA'sı, Vestel Efe Min İHA, Vestel Karayel, TAI Sivrisinek (R-İHA), SE Savunma Albatross VTOL, Aselsan Arı 1T gibi yerli araçları da anmak gerekiyor.
Türkiye, İHA ve SİHA'lardan sonra insansız savaş uçağı da üretiyor, yakında uzun menzilli hava savunma sistemleri de üreteceğiz. Yani savunma sanayiinde tabancadan hava savunmasına hakikaten çağ atladık. Bunda elbette bu alana kendimi adamış insanların büyük emeği var.
Ama atılımdaki en önemli faktör, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Erdoğan'ın siyasi desteği ve kararlılığı… Ki bunu Baykar'dan Sarsılmaz'a bütün savunma sanayii firmaları biliyor ve teslim ediyor.
Artık toparlayalım: Savunma sanayiindeki devrim Türkiye'nin bütün kalkınma alanlarına emsal teşkil edecek türden. Tabancadan İHA'ya, bilgiden istihbarata uzanan esaslı bir öykü bu. Böylesi öykülerin çoğalması dileğiyle…