'Alman İdealizmi'nin zirvesi sayılan Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in çağında, onun 'nesne'yi ve 'nesnel' olanı merkeze alan felsefesinin aksine öznenin dünya tasarımına odaklanan Arthur Schopenhauer'in 'ihtiyaç' ve 'arzu' tasnifinin modern insana kazandıracağı çok şey var.
İnsan, bu tasnifin yapıldığı çağdan 200 yıl sonra 'ihtiyaç' ile 'arzu'nun farkını bilmemekten, anlamamaktan kaynaklanan sebeplerle dünyayı geçtiğimiz yüzyıllara göre daha yaşanmaz bir yer haline getirdi çünkü.
Schopenhauer'e göre nasıl ki dünya geçici istisnalar dışında mutluluk üretmeye pek müsait bir doğaya sahip olmadığı için ondan haddinden fazla mutluluk tahsilatı yapmaya çalışmak beyhude bir çaba ise arzuyu ihtiyaç zannedip maddi/manevi tüketim ve sefahat peşinde koşmak da boş bir uğraştır ve de yozlaşmaya sebep olur.
Türkçe'ye gecikmeli olarak çevrilen 'İsteme ve Tasarım Olarak Dünya'nın (Die Wellt als Wille und Vorstellung) hayat algısı ya da tasarımı; yakın gelecekte, hatta günümüz itibarıyla yükselen gıda ve su krizinin önlenmesine yarayacak güçlü bir yaklaşıma sahip.
Alman İdealizmi'ni, 1990'lı yılların ortalarında Aziz Yardımlı'nın Türkçe sınırlarını zorlayan, yarı anlaşılır Kant ve Hegel çevirilerinden okuduktan sonra Schopenhauer'i on yıl gecikmeli okuduğumda hem daha anlaşılır, hem de hayata, felsefenin temel olarak uğraşması gereken temel meseleye mesai ayıran bir filozofla tanışmaktan mutluluk duymuştum.
Karamsar değil, gerçekçiydi. "Dünya, benim tasarımımdır" diyerek Alman İdealizmi'nin yerleşik kalıplarını yıkıyordu ama kendi tezine Hegel'den değilse bile (Hegel'i hiç sevmezdi) Kant'tan esaslı dayanaklar da getiriyordu. Eklektik, ama aynı zamanda hiç kimsenin ayak basmadığı yollardan yürüyen bir filozoftu.
PANZEHİR İHTİYACA YÖNELMEK
Bugün dünyanın; bölgesel çatışmalarla, etkileri abartılarak katlanmış pandemiyle yine daha şimdiden korku nesnesine dönüştürülen iklim krizi ile küresel ahlaki yozlaşma ile paranın değerler hiyerarşisinde hak etmediği yerlere tırmandırılarak tanrılaştırılmasıyla mücadelede ve dahi giderek küresel güçlerin ulus devletleri yıkma planına karşı Schopenhauer'in felsefesi güçlü bir panzehirdir.
Yukarıda yalnızca bir kısmını saydığımız çağımıza ait bütün çarpıklıkların temel sebebi insanın, bireyin, öznenin dünyayı algılayışı ile ilgili onulmaz kusurlardır.
Dünyadaki bütün istihbari raporlarının, bilimsel makalelerin odaklandığı temel meselelerden biri olan olası gıda ve su krizi (hali hazırda da var aslında) ihtiyaç ve arzu farkının bilinmemesinden kaynaklanıyor.
ABD gizli servis topluluğunun hazırladığı 8 Nisan 2021 tarihli bir Küresel Eğilimler- 2040 raporunda başka tartışmalı pek çok cümle olsa da şu kısım doğru:
"İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkacak yetersiz gıda ve su ihtiyacı, insanların güvenliğini tehdit eder hale gelecek."
Bolluğa en çok eriştiğimiz ve alıştığımız bu çağda su, gıda kıtlığı ve dahası göçler başlarsa ne olur? Başlayacak da. Bunlar insanlığı bekleyen riskler. Göçler de bunun bir parçası. Türkiye, bu sorunu milenyumun ilk çeyreğinde karşılayan, bu konuda deneyim kazanan bir ülke oldu. 2011'den itibaren...
Malumunuz, nüfus olarak Hindistan, Çin'i de geçti. Geçtiğimiz yıl sonu itibarıyla 1 milyar 417 milyon kişiye ulaştı nüfusu. Bu sayı Çin'in 1 milyar 412 milyon olarak bildirilen nüfusundan 5 milyon daha fazla. Fizik yasası gereği bu bir yerde patlayacak. Yoksulluk, su ve gıda krizine bağlı olarak en çok hazırlanmamız gereken şey, kitlesel, bölgesel, küresel göçler...
Bütün bunlara hazırlanırken şu meşhur Afrika atasözünü aklımızdan hiç çıkarmamalıyız: "Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları... Kimin kimi yiyeceğine su karar verir."
Su, yokluğuyla muhatap oldukça sadece canlılar arasında değil, insanlar arasında da kimin kimin yiyeceğine karar verecek bir temel yaşam kaynağı. 'Arzu' değil, ihtiyaç.
Dolayısıyla iklim değişikliği, su ve gıda krizi ana temasını taşıyan bütün gizli servis raporlarının, akademik makalelerin Schopenhauer'in 19. Yüzyıl'da çizdiği gerçekçi dünya tasarımından ilham alması gerekiyor. Çünkü son iki yüzyılda insan türü olarak ihtiyaç olmayan onca arzunun peşinde koşarken, gerçek ihtiyaçlarımızı görmez hale geldik.