Amerikan emperyalizmi üzerine en esaslı teorileri ortaya atan İskoç tarihçi Niall Ferguson, "Amerikan imparatorluğunun mucizesi, Amerikan imparatorluğunun olmadığına inandırmaktır" der.
90'ların kült filmi Olağan Şüpheliler'in o meşhur "Şeytanın en müthiş hilesi, dünyayı asla var olmadığına inandırmaktır" cümlesini akıllara getiren bu önerme altı boş bir tezden ibaret değil.
Tez demişken… Cinasla geçiş yapalım: Tarihi Süreç İçerisinde Amerikan İmparatorluğu adlı bir teze imza atan akademisyenler Murat Toman ve Halil Akman, Ferguson'un tezini şöyle açıyor:
"ABD'nin en önemli başarılarından biri de, Amerikan imparatorluğu emelini çok iyi saklayabilmesi ve insanları yokluğuna inandırmasıdır."
Bütün dünyaya yutturulmaya çalışılan bu illüzyonun ciddi bir başarıya ulaşmasının sebebi ise buna önce kendilerinin inanmış olması.
Öyle ki, Amerikan ulusunun temellerini atmış ve köleliği kaldırmak için de mücadele etmiş Abraham Lincoln; ABD'nin, 'Tanrı tarafından seçilmiş bir ülke' olduğuna inanıyordu. Bak hele bak, bak!
Bu seçilmişlik sanrısının dış politik yansımasını Henry Kissinger'ın o meşhur hain-kahraman diyalektiğinde görürüz. Ne demişti:
"Biz Amerika olarak neden güçlüyüz, biliyor musunuz? Çünkü biz içimizdeki vatan hainlerini çabuk öldürürüz. Dünyanın birçok memleketindeki vatan hainlerini ise kahraman yapar, ülkelerinde önemli yerlere getiririz."
Bunu daha kaba olmayan bir dille söylediği de vakidir. ABD'nin -iş başvurusu diliyle- 'misyonunu ve vizyonu'nu şöyle açıklıyordu hazret:
"ABD sınırları içerisinde demokrasiyi yüceltmek, sahip olduğumuz demokrasi ile tüm dünyaya örnek olmak ve Amerikan değerlerini başkalarına dayatmak için küresel ölçekte mücadele etmek."
BİR SAVAŞ İMPARATORLUĞU
Amerika Birleşik Devletleri, dünyayı öyle olmadığına inandırmaya çalışsa da şeytan ne kadar 'şeytansa' ABD de o kadar 'imparatorluk'tur. Dolayısıyla ABD imparatorluğunun şifrelerini çözmenin birinci koşulu, bir hileyle dünyayı inandırmaya çalıştığı gerçeğinin bilincinde olmaktır.
Bu köşede 4 Şubat 2018'de yayınlanmış yazıya 'ABD: Bir savaş imparatorluğu' başlığını uygun görmüştük. Ve imparatorluğun tarihinin yüzde 93'ünün savaşlarla geçtiğini yazmıştık. Zira ABD'nin 242 yıllık tarihinin tam 225 yılı savaşlarla dolu.
Bu bilgi, Fransız haber sitesi 'Le Nouvel Ordre Mondial'ün âdeta veri madenciliğiyle derlediği kapsamlı bir yazıya dayanıyordu. ABD'nin savaştığı ırklar ve ülkeleri şöyle sıralamak mümkün: Kızılderililer, Almanya, İtalya, Japonya, Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan (ABD, Birinci Dünya Savaşı'na sonradan girse de biz de dâhil bu ülkelerle de savaşmış kabul ediliyor.) Vietnam, Fransa, İspanya, Çin, Meksika, Irak, Afganistan, Kuveyt, Bosna, Pakistan, Libya, Granada, Haiti, Filipinler, Kore, Panama, Kosova, Yemen, Suriye, Ukrayna ve Somali.
Buna bir de darbe, suikast ve başka türlü istihbari operasyonlarla hibrit savaş yürüttüğü ülkeleri eklerseniz (ki bunlar arasında sözde müttefikleri Türkiye en başlarda yer alıyor) o zaman liste üçe, dörde katlanır. Ha, bir de kendi iç savaşlarını ekleyin. O zaman tablo daha da genişler, ama netleşir.
SİSTEM GENETİK ARIZA VERİYOR
Şimdilerde ABD, mikro iç savaş deyip mübalağa etmeyelim ama bir tür 'sosyal terör' dalgasının muhatabı ise bunun bir sebebi de postmodern imparatorluk kodlarının artık genetik arıza vermeye başlamış olmasıdır.
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de bu arızanın sebeplerini anlamaya, anlatmaya çalışacağız. Küresel imparatorluk ana fikrinin altını doldurmakla işe başlayalım: Murat Toman ve Halil Akman'ın tezine göre ABD'nin küresel bir imparatorluk olduğunu ilk ileri sürenler Michael Hardt ve Antonio Negri gibi Neo-Marksist düşünürlerdi.
Çünkü kapitalizmin son demeyelim de ileri aşamasının (Çünkü biz ne kadar son dersek o kadar yaşamaya devam ediyor mübarek!) küresel emperyalizm olduğunun en çok onlar farkındaydı. ABD kendisi küreselken, zaman içinde Soğuk Savaş'ın bitişi ve ardından 11 Eylül saldırılarının etkisiyle küreselleşmeye hizmet eden bir imparatorluk haline geldi.
ULUS DEVLET-KÜRESEL SERMAYE KAVGASI
Şu andaki temel tartışma ABD'nin pandemi sonrasında yine küresel sermayeye hizmet eden bir ülke mi, yoksa Donald Trump'ın başını çektiği ulus devlet yanlılarının galebe çalacağı bir ülke mi olacağıdır.
Mesela küresel sermaye Çin'i de üs olarak kullanmak istiyorsa ABD de ulus devlet sisteminde ısrar ederse sermayenin beden değiştiren ruh gibi oraya veya başka yere kayma ihtimali yüksektir. Küresel sermaye, kendine 'uzaylı' gibi bir beden bulamazsa tek dünya devleti fikrini daha fazla zorlayabilir de. Fransız Devrimi'nde ulus devlet yanlısı olan sermaye şimdi küreselleşme yanlısıdır. Çünkü 'ulus devlet bedeni'nin sömürülecek bir tarafı kalmamıştır, amiyane tabirle ulus devletin sermaye açısından posası çıkmıştır.
Murat Toman, Halil Akman'dan alıntıyla bu kısmı biraz daha açalım:
"ABD, kuruluşundan itibaren bir imparatorluk olarak kurgulanmıştır. Barış, eşitlik, demokrasi ve adalet gibi değerleri benimseyen ve bu değerleri küresel egemenliği için araçlar olarak kullanan yeni bir tür imparatorluktur. Bir kıta ülkesi olarak 19. yüzyıldan itibaren attığı her adım, küresel egemenliği yakalamak içindir.
1776 yılından, 1898 yılına kadar Amerikan kıtası içinde yayılmacı bir politika izleyen ABD, ortaya koyduğu Manifest Destiny ve Monroe Doktrini ile teritoryal büyümesine gerekçe üretmiştir. 19. yüzyıl boyunca izlenen yayılmacı politikasını güçlü ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmeler ile destekleyen ABD için 1898 yılındaki İspanyol-Amerikan Savaşı, bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Zira bu tarihten sonra uygulanan küresel yayılmacı politikalar imparatorluk hayalini gerçekleştirmek için uygulanmıştır.
20. yüzyıl boyunca bir imparatorluk olarak yürüyüşünü sürdüren ABD için iki dünya savaşında savaşmak ve muzaffer çıkmak, büyük küresel egemenlik stratejisini gerçeğe dönüştürme yolunda önemli bir başarıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan hükümetlerinin ortaya koyduğu küresel egemenlik stratejisi, yapılandırılan sistem ile hayata geçirilmiştir.
Soğuk Savaş dönemi boyunca SSCB ile yürütülen mücadele, ABD'nin küresel egemenliğini sürdürmede önemli araçlar olan barış, demokrasi ve özgürlük gibi idealler ile desteklenmiştir. Soğuk Savaş'ın bitimiyle, dünyanın tek süper gücü olma sıfatını kazanan ABD için, Pax Americana sistemini kurmak önemli bir hedef olmuştur. ABD, 1990'lı yıllarda ortaya çıkan yeni dönemi, hangi dış politika öncelikleri ile ele alacağını belirlemek ile geçirmiştir. Sonucunda, 1990-2001 yılları arasında, dünyanın önemli noktalarında Amerikan etkisini ve askeri mevcudiyetini korumak ve içeride ekonomik gelişme öncelikli politikaları izlemek, ana politikalar olarak belirlenmiştir."
Tezdeki parlak fikirlerden biri de şu:
"ABD siyasal sistemi, imparatorluk olarak adlandırmasına rağmen, yeni imparatorluk anlayışı ile klasik emperyalizm arasında bir bağ yoktur. Emperyalizmde devlet sisteminin bir parçasıyken, imparatorluk küreselleşmenin parçasıdır. İlaveten yeni sistemde, devletler etkisizdir. Devletlerin yerini imparatorluk almıştır ve küresel sistem tek bir güce ve yönetim mantığına dayanmaktadır. (Hardt & Negri, Empire, 2000, s. xii)"
Tezden alıntıyla devam edelim:
"Kapitalist dünya piyasası, özgür ve kısıtlama olmadan kendi oluşturduğu tekelci yasal sistem içinde dünya düzenini yürütmektedir. Yani, yeni imparatorluk sistemi, tekelci kapitalist düzeni öngörmekte ve küresel sermaye dünyayı kendi ürettiği yasalar çerçevesinde yönetmeyi amaçlamaktadır. Yeni
küresel sistemi, Amerikan küresel hegemonyasının temel taşları; küresel şirket ve sermaye oligarkları, küresel korporasyonlar, G-8 ülkeleri, Dünya Bankası, IMF vb. kişiler ve kurumlar tarafından şekillendirilmektedir. Bu sistem içinde; ABD, sistemin askeri gücü olarak, dolayısıyla sistemin en önemli parçası olarak konumlandırılmıştır."
Bu cümlelerden şu sonuca varmak mümkün: ABD'nin şeriflik ya da jandarmalık misyonu biterse ABD küresel imparatorluğu da biter. Ve ibaredeki 'küresel' kısmı, beden (ülke) değiştirir ya da birden fazla bedene yayılır.
Protestolar bu anlamda beden değiştirme operasyonunun bir tür tatbikatı niteliğinde. Fitil nasıl ateşlenmişti, hatırlayalım: Kelimenin hem literal, hem mecazi manasıyla nefes kesen Koronavirüsün dünyayı hâlâ etkilemeye devam ettiği süreçte George Floyd adlı siyahi vatandaşın Minneapolis kentinde neye hizmet ettiği keşfedilmesi gereken bir polis tarafından nefessiz (otopsi raporu öyle diyor) bırakılıp öldürülmesiyle…
Bu, Anglosaksonların olur olmaz yerde kullanmayı sevdiği ifadeyle söylersek bir 'trajedi'ydi, kabul. (Trajedi sözünün sık kullanılmasına karşıyım. Zira trajedi eşsiz ve devamsızdır. Gerçek manada yalnızca bir kere yaşanır ve tam da bu yüzden iz bırakır.)
Ama kimi doğal muhalif siyahilerin, dışlanmış hispaniklerin ya da rahatsız beyaz orta sınıf mensuplarının, ama en önemlisi küreselciler namına ABD ulus devletini tahrip etmeye çalışan herkesin/her kesimin bu hadiseyi fırsata çevirmeye çalıştığını da görüyoruz. Fırsat kelimesini ben kullanmıyorum.
ABD'nin ilk siyahi başkanı Barack Obama söylüyor. Ne diyor?
"Bu ülkenin protestolarla kurulduğunu unutmayın. Buna Amerikan Devrimi deniyor. Son birkaç hafta ne kadar trajik (Bak gene trajedi diyorlar ya, trajedi bu kadar ucuz mu!) olursa olsun bir fırsat oldu."
Başka ne diyor Obama? ABD'nin ilk günahının siyahilere şiddet uygulamak olduğunu söylüyor. O La La!
Bunu şimdi mi söylüyorsun! Küreselcilerin onayıyla Amerikan müesses nizamı seni ABD Başkanlığı'na aday yaptığında ve seçildiğinde öyle demiyordun ama. Şimdi ülkene sokaklar üzerinden küresel operasyon çekilmeye çalışılırken mi ilk günah -Kabil'in Habil'i öldürdüğünün ansızın hatırlanması gibi- aklına geldi!
Obama bununla da kalmıyor, siyahilere "Hayalleriniz, hayatlarınız önemli" diyerek 'Amerikan Baharı'nı kışkırtıyor. Dünyadaki politik dengeleri bilerek, bilmeyerek bu işlere alet olan Hollywood celebritylerinin kahir ekseriyeti de protestoları destekliyor. Bilerek yapanlar sınıfına dâhil olanlar şunun gayet farkında:
ABD küresel bir imparatorluktur, başından beri öyle kurgulanmıştır, ama artık küreselcilerin her an terk edebileceği bir gemidir. Onlar açısından dibi delinmiştir. Çünkü bir mucize olmaktan çıkmıştır. Ve artık en müthiş hilesine -içindeki küreselciler de dâhil- kimseyi inandıramamaktadır.