"Geçer evladım geçer, her şey geçer" diye diye büyütüldük biz. Geçiyor elbet. Neler neler geçiyor.
Ve fakat bir olayın acısının, öfkesinin, kederinin, etkisinin geçmesi an meselesi artık.
Bizimki zamanla iyileşmek, unutmak, avunmak falan değil artık. Bizimki 'hiç olmamış gibi davranmak', 'yok saymak', 'korkak bir umursamazlık', 'uzun zamandır uyuşmuşluk', 'zalim bir aldırmazlık'.
Ateş evine ocağına düşmedikçe başkasının hüznü, derdi, acısı sanki izlediğin diziden bir bölüm. Her hafta yeni bölüm. Beğenmezsen zaplıyor diğer kanala geçiyorsun.
Burnunun dibinde olmayınca hiçbir felaket gerçek anlamda felaket değil. Kalbine saplanmayan hiçbir bıçak deşmiyor başkasını.
Dün bakkala girdim. Bakkal efendi; "Nasılsın Ayşe Hanım?" diye sordu. "Nasıl olayım ki, görüyorsun durumu" dedim.
Dudağını büktü, elini sallayarak "Amaan geçer abla, alıştık, unutulur gider, takma" dedi. Diyebildi. Ona göre zaten öyle demesi gerekirdi. Yaşadığımız felaket takılacak şey değildi yani.
Bu umursamazlıkla ne yapacağımı bilemedim, insanın hain gerçeklerinden biri miydi neydi.
"Geçmesin" dedim, "Geçmesin, bu defa geçmesin".