Fazla örneğe gerek yok, bir Uğur Mumcu'ya, bir Ahmet Taner Kışlalı'ya bakın, bir de bugün Atatürk adına siyaset yapan Kemal Kılıçdaroğlu'na, Sedef Kabaş'a ya da Ayşenur Arslan'a...
Siyaset ve medyada irtifa kaybının, sığlaşmanın ne olduğunu görürsünüz. İlke ve ölçü kalmadığı gibi ortada büyük bir fikir tartışması da yok. Aylardır, hatta yıllardır sadece ve sadece yalan haberleri, iftiraları, hakaretleri ya da halkı aşağılayan, darbeleri çağrıştıran söylemleri tartışıyoruz.
Kılıçdaroğlu'nun toplum kesimlerine hakaret etmesi, Lütfü Türkkan'ın şehit yakınına küfrü, Özgür Özel'in İslam'ı düşmanlaştıran çıkışı sadece son birkaç örnek...
Başta solcu CHP ve milliyetçi İP olmak üzere bütün muhalefet partilerinin bir ortak noktaları daha var: FETÖ ve HDP-PKK hattına sahip çıkmak, AK Parti ve Başkan Erdoğan'ı düşmanlaştırmak.
Bu açıdan muhalefet cephesinde derin bir körleşme yaşanıyor.
İşin arkasında ABD varmış, FETÖ ve PKK'ya destek veriyormuş, AB ülkeleri de onlara alan açmış, hiç umurlarında değil.
Tek dertleri, Başkan Erdoğan... Dert bu olunca, Sedef Kabaş gibi bir müptezelin edepsiz saldırısına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, İP Genel Başkanı Meral Akşener'in destek verip makulleştirmeleri hiç şaşırtmıyor.
Onların bu tavrı, doğal olarak Kabaş gibileri pervasızlaştırıyor. Onlar da bunu siyaset sanıyor.
Şimdi gelin böyle bir siyasi zeminde rahmetli Uğur Mumcu'yu ya da Ahmet Taner Kışlalı'yı aramayın. Doğrusu fikirlerine katılmasak da hem onları arıyor hem de saygıyla anıyoruz. Arıyor ve anıyoruz; çünkü bugün siyaseti ve medyayı FETÖ'ye endeksli hale getiren siyasetçiler ve medya aktörleri, onlara sahip çıkarken aslında onları kimlerin katlettiği gerçeğini de gölgeliyor.
Mesela hiçbiri Uğur Mumcu'yu katleden gerçek gücü dert etmiş değil. ABD veya ABD eksenli bir istihbarat örgütü gerçeği üzerinde durmuyorlar bile. Sadece kendilerine sunulan düşmanla uğraşıyorlar.
Bunu da en çarpıcı biçimde Mumcu'nun kardeşi Ceyhan Mumcu yıllardır anlatıyor. Ceyhan Mumcu, önceki akşam da A Haber'de Canan Barlas'ın programındaydı ve Mumcu cinayetiyle ilgili ilginç tespitler yaptı. İlki İran'la ilgiliydi:
"Cinayetten hemen sonra daha olayın arkasında kim olduğunu kimse bilmezken, ressam Bedri Baykam bir grup insanı toplayarak İran'ın İstanbul Konsolosluğu'na gidip protesto etti. Camlar falan kırıldı. İran'ı kim adres göstermişti? Uğur Mumcu'yu İran'ın öldürdüğü iddiası o günden beri ısrarla sürdürülen bir yanlış. Mumcu'nun İran'a yönelik bir eleştirisi dahi yoktu. Uğur Mumcu, son dönemlerinde MOSSAD'ın PKK'ya para yardımı yaptığına dair önemli belgelere ulaşmıştı, onları yayımlayacaktı. Sağ-sol çatışmalarında kullanılan silahların NATO menşeli olduklarını tespit etmişti. CIA hem kendisiyle uğraşan Uğur Mumcu'dan kurtuldu hem de Türkiye-İran arasında gerginlik yarattı."
İkinci olarak da ilk kez duydum, 2001'de Umut Operasyonu sonrası açılan Mumcu davasıyla ilgiliydi:
Ceyhan Mumcu şöyle diyordu:
"O davaların bozulmasını ve uzamasını sağlayan da dönemin Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun ekibiydi."
O cinayetlerin sırrını çözmek için bugün ABD'nin Türkiye'den ne istediğine bakmak gerekiyor. İşin sırrı tam da burada... Kabaş'lar durduk yerde ortaya çıkmıyor, gayri nizami harbin aktörlerini her kılıkta görebiliriz.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz