CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iki alanda arka arkaya suni ama aynı zamanda tehlikeli bir gündeme imza attı.
Önce Türkiye'nin yakın tarihindeki dehşetli günleri hatırlatan "Siyasi suikastlar olabilir" gibi toplumu huzursuz eden bir çıkış yaptı.
Arkasından da klasik vesayet dönemi siyaset diliyle "bürokrasiye ayar" vermeye kalktı.
Her iki çıkışı da uyduruk gerekçelere dayandığı için gerilimden başka bir şey üretmedi ve doğal olarak ciddi tepki aldı.
Başkan Erdoğan, Türkiye'nin yakın tarihini de hatırlatarak şöyle diyordu: "Biz CHP'nin özlemini çektiği vesayet düzeninin defterini çoktan dürdük."
Sonra da sık sık dile getirdiği şu tespit yaptı:
"Sanıyorum bu zat Türkiye'nin hâlâ tek parti CHP'si faşizminde veya kendisinin kamu görevlisi olarak bulunduğu 28 Şubat döneminde olduğunu sanıyor."
Başkan Erdoğan'ın CHP'ye yönelik bu faşist tespitine bir kısım CHP'liler bilmedikleri için kızıyorlar. Oysa bu sadece Başkan Erdoğan'a ait bir tespit değil, geçmişte sol yazarlar da bunu yaptı. Onlardan biri de ünlü yazar Aziz Nesin'di. Nesin, İlhan Selçuk'un da aralarında bulunduğu Tan Matbaası baskınından sonra "Ey Türk Faşisti" başlıklı bir yazıda aynen şöyle diyordu:
"Ey Türk Faşisti! Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır.
Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi'nin ambarlarında mevcuttur."
Bu geçmişin üzerinde siyaset yapan bir Kılıçdaroğlu var ve bugün söyledikleri de hiç şaşırtıcı değil. Kimi zaman "AK Parti'de ByLock kullanan 5 bakan ve 120 milletvekili var" dedi, kimi zaman FETÖ'cü Adil Öksüz'ün MİT ajanı olduğunu söyledi ama ortaya bir kanıt koymadı, koyamadı.
Hatta 13 Mart 2016'da, yani 15 Temmuz darbe girişiminden 4 ay önce tıpkı bugünkü gibi yine "Siyasi cinayetler olacak" dedi ama arkasını getiremedi. Böyle onlarca örnek var. Bütün bunlar da Kılıçdaroğlu'nun çevresine göre, "gündem belirlemek" oluyor.
Yakın siyasi tarihimizde bu kadar sığ bir siyaset izlendi mi doğrusu bilmiyorum ama küresel çağda buna "post truth", yani büyük oranda "yalana" dayalı siyaset deniyor.
Bununla da "iktidara geleceklerine" inanıyorlar.
Peki, toplumda CHP'nin iktidara geleceğine dair bir işaret var mı?
Doğrusu buna CHP'liler bile inanmıyor. Çünkü ortada CHP'nin diğer muhalefet partilerine anlamlı bir fark attığına dair işaret yok. Zaten bu gerçek nedeniyle CHP yönetimi, şiddetle arasına mesafe koymayan HDP'ye de, küresel güçlerin kirli aparatları FETÖ ve PKK'ya da "muhtaç" bir fotoğraf veriyor. Bu da doğal olarak Kılıçdaroğlu'nu suni konularla gündem oluşturmaya itiyor ve kendi kitlesini oyalayarak zaman kazanıyor. Buna belki son günlerde, önce İyi Parti'nin sonra da Diyarbakır'a giderek HDP'nin açık desteğine mazhar olan ve "o makama" hazırlandığını ilan eden İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tartışılmasını engellemeyi de ekleyebiliriz. Kılıçdaroğlu bürokrasiden geldiği için "bürokratik vesayeti" de onun siyaset mühendisliği yöntemlerini de iyi biliyor. Bu yeteneğiyle de bugüne kadar karşısına çıkan CHP'nin bütün ağır toplarını devre dışı bıraktı. Şimdi kendi eliyle "kahramanlık yolculuğuna" çıkardığı bir siyasi aktörle karşı karşıya... Onu da alt ederse CHP tarihinde özgün bir yere sahip olacağına hiç şüphe yok. Ama bu kez işi hiç kolay değil.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz