Türkiye'nin çok partili hayata geçişle başlayan demokrasi serüveni, ne yazık ki her 10 yılda bir darbelerle kesintiye uğradı.
Önceki gün, tarihe kara bir leke olarak geçen 12 Eylül askeri diktatörlüğünün 39'uncu yılıydı ve bir kez daha darbeleri, getirdiği felaketleri hatırladık.
O felaketlerin toplumsal yaşamımızda nasıl yaralar açtığı ve ne bedeller ödettiği az çok biliniyor. Darbelerin, yetişmiş insanlarımızı yok ettiği, siyasetten ekonomiye, hukuktan toplumsal ilişkilere her alanı zehirlediği ve derin yaralar açtığı da biliniyor.
Eminim geçmişe yönelik bu tespitlere siyasetçilerin büyük çoğunluğu da onay verir. Hatta sorsanız, o darbelerin önemli bir kesimine destek veren CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, AK Parti'den ayrılıp yeni siyasi parti kurmaya hazırlanan Ali Babacan da aynı cevabı verir; "Darbeler kötüdür ve bize ağır bedel ödetti."
Şimdi bugüne dönüp, son 8 yıla biraz yakından bakalım. Bu 8 yıl ölçüsünü biraz da Ali Babacan'ın son röportajına dayanarak söylüyorum. Yeni parti kurmak için yola çıkan Babacan'ın, anlattıklarını okuyunca gözlerime inanamadım.
Babacan, bakan, başbakan yardımcısı olduğu ilk yıllara güzellemeler yaparken, 2011 sonrasına negatif bakıyor ve AK Parti'den ayrılmasının o tarihte başladığını söylüyor.
Bu dönemden fikren ayrıldığı 2015 yılı dahil bugüne kadar geçen süreyle ilgili siyasi ve ekonomik analizler yapıyor.
Ama ne hikmetse yeni bir siyasi aktör olarak son 8 yılda yaşanan ve ülkeye bedel ödeten hiçbir siyasal, toplumsal kırılmalardan, küresel kuşatmalardan söz etmiyor.
Örneğin Suriye'de yaşanan iç savaşın Türkiye'yi nasıl etkilediğine dair bir yaklaşım yok.
FETÖ saldırısının ilk adımı olan 7 Şubat MİT operasyonundan söz etmiyor.
DEAŞ aparatının nasıl devreye sokulduğu, AB medyasında Türkiye'ye yönelik karalama kampanyasının nasıl başladığına ve nelere yol açtığına hiç değinmiyor.
ABD'nin devreye soktuğu kendisine bağı Halkbank operasyonuyla ilgili tek kelime etmiyor.
O tarihten sonra AB medyasında bir merkezden düğmeye basılmış gibi Başkan Erdoğan'a yönelik "Otoriterdiktatör" iddiasının neden başlatıldığına ilişkin bir yaklaşımı da yok.
Birkaç ağaç için başlayıp, hükümeti yıkmaya yönelen Gezi kalkışması, dershane tartışması ve ardından gelen 17-25 Aralık yargı darbesi de yok.
TIR Operasyonu, Kobani tuzağı, 6-8 Ekim vandalizmini hiç hatırlamıyor. PKK'nın çözüm sürecini heba edip, Suriye'de ABD'nin aparatına dönüşmesi ve ülkede patlayan bombalar da unutulmuş.
Stratejik müttefik ABD'nin binlerce TIR silahla desteklediği PKK-YPG gerçeği de yok.
Bütün bu saldırılar ve arkasında gelen 15 Temmuz kanlı darbe ve işgal girişiminin ülke siyasetini, ekonomisini, hukukunu nasıl etkilediğine dair hiçbir tespit veya analiz yapılmıyor. Onları neredeyse yok hükmünde sayıyor. Sadece şu var; "Her şey çok güzel gidiyordu ama partiyi yönetenler bizi dışlayınca işler terse döndü" Türkiye'nin son 8 yıllık hikayesi bu mu yani? Bu durumda 15 Temmuz'a "kontrollü darbe" diyen Kemal Kılıçdaroğlu'nun suçu ne? O da sizin gibi dert etmiyor...
Babacan'ın, sadece FETÖ ile ilgili şu tespiti bile son 8 yılda yaşananlara gerçekçi yaklaşmadığını gösteriyor: "(FETÖ) Türkiye'ye de çok büyük bir zarar verdi."
Peki, neymiş o zarar? Bu zarar ekonomiyi, hukuku ve siyaseti nasıl etkiledi? Ayrıca FETÖ zarar verdi de diğerleri vermedi mi?
Bu koşullarda yönetilen bir ülkeden söz ediyoruz. Bunları görmezden gelen bir siyasetçinin, Türkiye'nin geleceğinde etkili olması mümkün mü?