Cumhuriyet gazetesinde son 10 yılda yaşananlar, Kemalist siyasal çevrede yaşanan siyasal savrulmaların nasıl bir çıkmaza sürüklendiğinin en somut örneği.
"Genç subaylar rahatsız" manşetleri ve "Tehlikenin farkında mısınız?" korkutmalarıyla başlayan yanlış siyasi tercih, bu çevreyi öyle bir savurdu ki sonunda denize düşen yılana sarılır misali gerçek tehlike FETÖ'ye sarılma noktasına getirdi.
Bugün Cumhuriyet gazetesi tam da bu savrulmanın en derin sancısı içinde. Buraya, kamuoyunda fazla tartışılmayan Cumhuriyet Vakfı'ndaki iç darbeyle gelindi.
O darbe sonucu yaşanan el değiştirme anlaşılmadan, Cumhuriyet'i FETÖ'yle ilişkili hale getiren yapı ve o yapının neden yargılandığı anlaşılamaz.
Gazete hakkında açılmış iki dava var. Biri Kasım 2016'da İstanbul Çağlayan Adliyesi 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, "Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütlerine yardım etmek" suçuyla açılan dava. Bu davada, yargılanan 15 gazeteciden 13'ü tahliye oldu. Tutuklu üç gazetecinin yargılaması sürüyor.
İkincisi Cumhuriyet Vakfı ile ilgili olan dava. Asıl önemlisi ve Cumhuriyet'te olup bitenlerin perde arkasını anlatan bu davadır. Ama ilginçtir üzerinde pek durulmadı ve tartışılmadı.
Şimdi Cumhuriyet Vakfı üzerine kayıtlı malların satışıyla yeniden gündemde...
Fatih Altaylı Habertürk'te yazdı. Dava dosyalarında da ayrıntıları var, 2015'ten bu yana Cumhuriyet'in elindeki çok sayıda gayrimenkul elden çıkartılmış, hem de çok ucuza.
Sadece şu örnek yeterli; İstanbul Harbiye'de deniz gören Nadir Nadi'nin evi Doğan Grubu'na, 2 milyon 400 bin TL'ye satıldı. Dava dosyasında üç bilirkişi raporu var en düşüğünde 100 bin, en yükseğinde 933 bin TL daha ucuza gittiği görülüyor.
Aynı şey, Ankara'daki 6 katlı Cumhuriyet binası için de geçerli.
İşin bu yanı bir yana, bu Vakıf davasının neden sonuçlanmadığı da muamma.
Hikayesi bir hayli uzun ama şu özet her şeyi anlatıyor. Cumhuriyetçilerin deyimiyle 2012 yılında İlhan Selçuk'un vefatıyla Vakıf'ta "hizipleşmeler" başladı. Şu tespit de onlara ait; "O tarihten sonra nasıl Türkiye'ye kumpas kurulduysa adeta Cumhuriyet gazetesinde de bir proje uygulandı." Önce 2013 yılında yapılan Vakıf seçimlerine hile karıştırıldı. Seçimlere kapalı zarf ile oyunu gönderen Mustafa Balbay'ın oyu kabul edilirken, aynı şekilde oyunu gönderen İnan Kıraç'ın oyu yasaya aykırı olarak kabul edilmedi. Kim kiminle birlikte, nasıl bir siyasi kamplaşmadır bilmiyorum ama 1 oyla Vakıf Yönetim Kurulu'nun yapısı değiştirilerek FETÖ'ye selam çakan, sahte belgeleriyle operasyon gazeteciliği yapan Can Dündar'ın önü açılmış oldu.
O andan itibaren FETÖ elebaşısı Gülen, en tepede Cumhuriyet logosunun üstünde "mazlum" olarak sık sık görülmeye başladı.
Sonra da TIR operasyonları görüntüsü geldi.
Can Dündar bu kadarla yetinmedi.
Gazete manşetine FETÖ'cü savcıları taşımaya hatta bir türlü satamadığı kendi villasını FETÖ'cü avukata satmaya kadar bir dizi şey yaptı.
O ana kadar susup kenara çekilen Vakıf üyesi Alev Coşkun ve arkadaşları hemen harekete geçti ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden seçimlerin incelenmesini istedi. Yaklaşık 4 yıl içinde 4 ayrı müfettiş incelemesi yapıldı. Biri hariç hepsi seçimleri yasaya aykırı ve hileli buldu.
Bunun üzerine Alev Coşkun ve arkadaşları Şubat 2016'da Vakıf seçimlerinin iptali için İstanbul'da bir hukuk davası açtı. Mahkeme 2 Haziran 2017'de iddiaları haklı buldu ve seçimi iptal etti.
Vakfılar Genel Müdürlüğü'nün avukatı da "mevcut yönetim batıldır" diye dilekçe verdi. Dava şu anda İstanbul İstinaf Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi'nde.
Süreç böyle ama ilk mahkeme kararından sonra Vakıflar'ın seçimleri yeniletme yetkisi olduğu söyleniyor, doğruysa şu ana kadar neden yeniletmediğini merak ediyorum.