Medya, insan döğen ve öğüten bir değirmen midir? Beş Yabancı Dil Bilen Spikeri Koca Dayağı Felç Etti başlıklı haberin farklı katmanları açıldıkça bunu düşünüyorum.
Reşat Nuri Güntekin'in Acımak romanını bilir misiniz? Zehra Öğretmen'i ve babası Mürşit Bey'i...
Zehra Öğretmen'e sorarsanız babası Mürşit Bey ayyaşın, serserinin, gaddarın, çapkının ve dolandırıcının biridir. Annesi ve ninesi öyle anlatmışlardır ki babasının onlara işkence ettiğini ve nihayet terk edip gittiğini sanmaktadır. Ailenin başına gelen tüm felaketlerden onu sorumlu tutmaktadır.
Bu öfke onu acımasızlaştırmış ve affetme duygusundan yoksun bırakmıştır. Bunu öğrencilerine yansıtmaktadır.
Ta ki babasının ölürken kendisine bıraktığı sandıktan çıkan günlüğü okuyana kadar...
Günlüğü okuyunca anlar ki esas zulme uğrayan, esas dışlanan, esas aldatılan babasıdır. Annesinin ve ninesinin sonu gelmez entrikalarının pençesinde kıvranarak hapse düşmüştür.
Hapisten çıkınca bile ailesini terk etmek istememiş, ama kendisine yapılan ihaneti fark edince aklını yitirip sokaklara düşmüştür.
Bir anlığına bu günlüğü okuyan Zehra'nın bir gazeteci olduğunu düşünelim. Ne yapması gerekirdi?
Öğretmen Zehra'nın yaptığı gibi bu kez de babasının yazdıklarına inanıp annesini ve kardeşini suçlaması mı?
Tabii ki hayır.
Gazeteci kimseyi cani, utanmaz, ahlaksız, düşüncesiz olarak yaftalamamalıdır. Hikayede bir ermiş ya da günahkar aramamalıdır.
Önyargılarına yenik düşmeden hadisenin künhüne vakıf olmaya çalışmalıdır.
Sıradan acımasızlık
Üstünkörü yapılan bir gazetecilik bize olaylar ve duygular hakkında çok yanlış fikirler verebilir. Gerçeklerin yerini önyargılar, anlayışın yerini acımasızlık alabilir. Bu acımasızlık okura da sirayet eder, linç ateşini körükler.
Gazetecilik dava dosyalarını özetlemekten ibaret değildir.
Gazeteci her duyduğuna ya da okuduğuna inanmaz.
Haber kaynağıyla duygusal ilişki kurmaz. Olayları aklıyla ve araştırma becerisi ile çözmeye çalışır. Ön yargılarına yenik düşmez.
Prototipleri taklit etmez.
Ajitasyon yapmaz. Kimseyi peşinen aklamaz ya da suçlamaz.
Karamazof Kardeşler'in en küçüğü kıymetli Alyoşa'yı düşünün.
Kardeşlerinin işlediği suçu üzerine aldığı, onların kaçmalarına yardım edip kendisini zincirlerle bağladığı sahneyi canlandırın gözünüzde. Bir gazeteci olarak bu sahnede ne görüyorsunuz?
Aptallık mı? Budalalık mı?
Zavallılık mı? Oysa hikayeci bu davranışı yüce bir erdem olarak tanımlamıştı.
Neredeyse bütün insanlığın işlediği suç ve günahlar için kendisini cezalandırma isteği...
İşte bunlar hep perspektif.
Unutmayalım! Görünmek ve olmak her zaman aynı şey değildir.