Önce Çin'e kafa tuttu, "hep sen kazandın, şimdi sıra bende" dedi. Ardından "ayar vermek istediği" her ülkeyi ya soygunculukla ya da ABD'yi sömürmekle suçladı. Yetmedi, çelik, alüminyum örneğindeki gibi ürünlere kadar indi, vergi silahını ateşledi.
Dünya önce seyretti, ABD'nin zulmünden, yaptırımından korktu. Bu korku çabuk geçti ve pek çok ülke ABD'nin restini görmeye başladı. Çin'le başlattığı savaşta kaybedeceğini görünce o alanda geri adım attı fakat Türkiye gibi ülkelerle ticarette, kendi yargı anlayışına göre vergi yükleri uyguladı.
Amerika Birleşik Şirketleri CEO'su gibi davranan Trump'tan söz ediyoruz. Sabah uyandığında şirketinin piyasa değerini yükseltmek (ABD'nin güç kaybını geciktirmek) için tweet'ler atarak dünyayı istikrarsızlık vadisine sürükleyen Trump, şimdi Türkiye misillemesini yaşıyor.
Ticaret savaşının kazananı olmaz. Geçici sürede avantajlı ülkeler olabilir fakat dünya ticaretinin böylesine küresel ve online haline geldiği ortamda, para ve mal trafiğini engelleyenlerin de bundan zarar göreceği aşikârdır.
Burada ilginç olan, ticaretin giderek elektronik ortama yerleştiği dönemde, vergi oranları üzerinden ekonomiyi korumaya veya ülkesine avantaj sağlamaya çalışmak, pratikte pek mümkün görünmemektir.
Şu anda dünyada korumacılık rüzgârları esiyor ve her ulus, kendisine karşı girişilen vergi operasyonlarını, anında karşılayabilecek imkânlara erişiyor. Zira üretim eskisi gibi belli merkezlerde değil, kürenin çeşitli yerlerine serpilmiş durumdadır.
Hal böyle olunca ABD'nin başlattığı ticaret savaşından galip çıkması düşünülemez. Bu savaşta elbette maliyet oluşacaktır ve bu maliyet üzerinden ABD, dayak atarken dayak yiyeceğini görecektir.