Başbakan Ahmet Davutoğlu "Türkiye'nin, Transatlantik Yatırım ve Ticaret Ortaklığı'nın merkezinde olması gerekir" diyor ve sürecin dışında bırakılamayacağımız mesajını veriyor Bursa'daki RAM'ların ABD'ye ihraç töreninde...
Süreci tanımlayalım: ABD ile AB arasında müzakeresi başlayan gümrük birliği aslında bizi yakından ilgilendiriyor; zira anlaşma sağlandığında Los Angeles'ten başlayan gümrük sınırı, Hakkâri'ye uzanacak ve ABD mallarının ülkemize girişi, tıpkı AB malları gibi gümrük muafiyetine tabi olacak.
Peki, bu sorunun kaynağı nedir? AB mi? ABD mi? Tıpkı vize terörü gibi bu çorabı kendi elimizle kendi başımıza örmüşüz. Sorunun kaynağı, geçmişimizdeki bir hataya dayanıyor.
AB'nin üçüncü ülkelerle yapacağı anlaşmalara Türkiye'nin de taraf olması önerisini, Çiller ve Karayalçın ikilisi "Güney Kıbrıs ile ticaret yapmak zorunda kalabiliriz" paranoyası ile reddetmişti. Bugün toplam ticaret hacmi birkaç AVM'den öteye gitmeyen Güney Kıbrıs korkusu bizi "çözüm aramaya" taşıyıverdi.
Muhtemel 3 çözüm var. 1- Ya Türkiye, AB-ABD anlaşması sürecine paralel olarak ABD ile kendi STA'sını imzalayacak. 2- Ya da AB ile olan sorunumuzu çözerek geçmişteki yöneticilerimizin hatalarını telafi edip biz de AB ile Atlantik anlaşmasına taraf olacağız. 3- Son seçenek ise AB ile aramızda 1996'da başlayan ve bugün artık bize zarar ettiren Gümrük Birliği anlaşmasını, STA'ya çevirmek...
Şahsen benim gönlüm, üçüncüsünden yana... Biz 2 yıldır ona buna kızıp geçmişi suçlamaktan "etki analizi" yapmaya zaman bulamadık ve muhtemel senaryoların bize ne kazandırıp ne kaybettirdiğini kestiremiyoruz.
İki yıl önce müzakereler için Washington'a uçarken yanıma aldığım raporu inceliyordum; İsveç olası AB-ABD arasındaki STA ile ülkesinin ne kazanıp ne kaybedeceğini araştırmıştı.
Öğrendiğim, sorunun çok daha karmaşık olmasıydı. Farklı ihracat güçleri, mal desenleri, mukayeseli üstünlükler, korumalar ve stratejik sektörler... Bizim de Gümrük Birliği'nin bir sonraki sürümünü tartışma zamanımız gelmedi mi?