Yarım asır öncesinde ilkokuldan itibaren dilimize yerleştirilen tekerlemedir; "Yerli malı yurdun malı / Herkes onu kullanmalı…" Ekonomi dışa açık değildi, döviz taşıyanın içeri atıldığı yıllardı. Vitrinler sanki ithal malıyla dolmuşçasına bu sloganı tekrar eder dururduk. 80'li yıllarda dışa açık büyüme ile vitrinler ithal malı ile doldu. Bu tekerlemenin tam da işe yarayacağı zamanda, nedense dilimize düşmedi, unutuverdik. Hatta öyle ki yerli malı haftasında portakal elmalı okul sıraları üzerindeki törenleri dahi terk ettik.
Peki, işe yaradı mı?
Sanmıyorum. Beslenme çantalarımızdaki meyveler dâhil gıdada dışa bağımlı hale geldik. Ancak şimdi bu sorunu çözmeye yönelik bilince ulaştık ve tarımdan sanayiye dek pek çok alanda yerli malını önceleyen tutuma kavuşabildik.
Biz tam yerli malına akort olduk fakat bunun yeterli olmadığını fark ettik. Zira yerli malı kadar yerli marka olmak gerekiyormuş. Sonuçta yerli de olsa katma değeri düşük mal ile varabildiğimiz yer; orta gelir düzeyinin göbeği… Bir sonraki aşamada yerli malından küresel yerli marka üretmek gerekiyor.
Her şeyin en güzeli en sağlıklısı ülkemizde en iyi şekilde üretiliyor övgüsünü de artık terk etmek gerekiyor. Sorun, bu "gerek şartı" aşan noktada şekilleniyor. Yeter şart, bu "güzel ve sağlıklı" yerli malın katma değerini arttıracak yöntemdedir.
Üretimde katma değer hareketini destekleyen son ekonomik paketin gerekçesi de budur zaten. Yerli malı; nicelikti. Başardık. Yerli marka; nitelik sıçramasıdır. Bunu da başarmak zorundayız.