İlk kez bir kadın, Nobel Ekonomi Ödülü'nü alıyor. Elinor Ostrom'a ödül, kamusal alanda güven ve sorumlulukların çok kültürlülük penceresinden analiz edilebilmesine getirdiği katkılar sebebiyle verildi.
Ekonomi yönetiminde, yalnızca maddi göstergelerin yetersizliğine vurgularıyla tanınan Ostrom'un Nobel'i alan beşinci kadın olması da ilginç.
Kadının ekonomideki ağırlığı, yalnızca "ücretsiz ev çalışanı" veya "kadın girişimci" algılarının ötesine taşmaya başlamış durumda.
Kriz sürecinde bu algı, kadınlara özgü projelerin artmasıyla da gündeme geliyor. Bugün İstanbul'da dinleyeceğimiz 2006 Nobel Ödülü sahibi Prof. Muhammed Yunus da "mikro kredi" ile kadınlara yeni bir zenginlik koridoru açmış, bu alanda finansçılara ilham ve cesaret vermişti.
Kadının ekonomideki ağırlığı, krizden çıkış sürecinde akıllı toplumların fazlaca üzerinde kafa yorduğu bir konu. Türkiye'de de bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin sayısı her geçen gün artıyor.
Bizde bu alanda kafa yoranlardan İpek İlkkaracan, "Türkiye'de yetişkin her iki kadından biri işe giriyor ama yüzde 50'ye yakını işte kalmıyor" bilgisini aktarıyor.
Şu sıralar Denizli'de yürütülen "Kadın Girişimciliğinin Geliştirilmesi" projesi, tam da krizden çıkış sürecinde "dikkate değer" dinamikleri içinde barındırıyor.
Projenin koordinatörü Dr. Bülent Uygun, bu amaçla Denizli ve Stockholm Ticaret odalarının işbirliği için çalışıyor.
Temel gerekçe son derece sağlam; Türkiye ekonomisinin hızlı büyümesi ve sürdürülebilir kalkınması için kadınların, işgücüne ve iş yaşamına daha yüksek oranlarda katılması şart.
Zira nüfusun yarısına sahip bu kesimin, kendine has yetenek ve becerilerle, mal ve hizmet üretimine daha fazla katkı yapması, ekonomiye yeni bir enerji ve dinamizm kazandırıyor.
Ailelerin gelirlerinin yükselmesi ile artacak tüketim ise ekonomiyi canlandıracak bir başka dinamiği oluşturuyor.
Nitekim AB-Türkiye Odaları Ortaklık Hibe Programı'nın açılmasına ilişkin çağrının ardından başlatılan çalışmalar, kentteki istihdam verilerini ve kadın girişimlerinin önündeki engellerin listesini ortaya çıkardı.
Bunlara dayalı olarak geliştirilen proje, 11 ay önce kabul edildi.
Denizli özelinde projenin gerekçelerine bakıyoruz; "kadın girişimciliğinin önünde finansal ve bürokratik engeller vardır ve bunlar aşılabilir."
Bu cümledeki "Denizli" kelimesi yerine sizin yaşadığınız ilin adını koyduğunuzda, durum değişmiyor.
Genelde sanayi ve ticaret odalarını, adını taşıdığı ve temsil ettiği kendi yöresinin sorunlarını fark edemeyip, Türkiye geneli için "ne olacak bu memleketin hali" türünden gereksiz, kalitesiz uğraşları yüzünden eleştirir dururum.
Burada Denizli'nin yaptığı, her ne kadar ülke sorunu olsa da kendi iline dair bir "deniz yıldızı öyküsü" yaratma gayretidir. Sırf bu açıdan bakıldığında dahi, "il ve kadın" özelindeki böylesi projelerin "çok özel önemi" hak ettiklerini düşünüyorum.
Mesela bu projenin hedef grubu; "Denizli'de iş yaşamına girişimci olarak katılmak isteyen veya halen girişimci olup, bu niteliğini geliştirmek isteyen kadınlar" şeklinde belirlenmiş.
Bana göre Dr. Bülent Uygun'un bu projede belirginleştirdiği fark, tam da burada yatıyor. Sorunları "kendi sorumluluk alanımızın dışına öteleme" alışkanlığımız, kadın girişimciliği gibi "fiyakalı alanlarda" niteliksiz, genellemelerle dolu söylemleri yaratan olgu. Projenin nihai faydalanıcıları, ne kadar "belirgin" olursa, bu tip kadın projelerinin hayata geçirilme şansı da artıyor.
Denizli, yanına Stockholm'u da alarak yola çıkmış. Fakat Türkiye'de kadın girişimcisi engellenen ve teşvike muhtaç tek ilimiz Denizli midir?
Krizden çıkış sürecinde "çözümü Ankara'dan veya IMF'den bekleyen" diğer pek çok ticaret ve sanayi odamız, kendi yöresine dair "çare", pekala üretebilir.
Kadın için "çalışsın" demek kolay ve değersiz.
Zor ve değerli olan, kadını çalışan veya patron olarak ekonomiyle ilişkilendirmekte yatıyor. Denizli, "zor"u deniyor.
Siz de deneyebilirsiniz.