MF'nin İstanbul toplantılarında alınan kararlara bakıyoruz; temel vurgu, "uçurum" kavramı üzerine.
Zengin ile yoksul arasında oluşan gelir uçurumu.
Kuzey ile Güney arasında giderek genişleyen uçurum.
Ancak IMF toplantılarında sözü edilmeyen bir başka uçurum daha var: Bilgi Uçurumu.
IMF toplantıları ardından başlayan bilişim toplantıları, bize bilginin yeniden "üretim faktörü" olarak önemini hatırlattı. Yıllarca gündeme getirmek için çırpındığımız "bilişim" bugün ancak Cumhurbaşkanımız tarafından "himaye" görebildi.
Fakat bu sürede atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti.
Rahmetli Özal'ın 20 yıl önce "1 milyon bilgisayar olsa Türkiye'yi uçururuz" vizyonu, onu izleyen adımların eksikliği yüzünden ziyan oldu.
Bilişim alanında öncülük fırsatını, "ne olup bittiğini yöneticilere anlatana kadar" kaçırıverdik.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin, bilişimin ve bilginin ekonomideki önemini bizden daha hızlı kavrayanlar bugün G-20'nin üretim, paylaşım deseninin patronlarını oluşturdu.
IMF protestolarına, Bilişim Zirvesi'nden bakınca daha net görülen bir olgu var: Siber Varoş! Bu, benim sıkça kullandığım bir tanım.
Bilginin taşrasında kalmayı ifade ediyor. Tıpkı zenginliğin taşrasında kalıp dünyayı yakıp yıkan varoştakiler gibi, bilgi âlemini ıskalamışlığı anlatıyor.
İngilizcesi "digital divide" olan bu terimi dilimize "sayısal uçurum" olarak çevirmişiz.
Ben buradaki "sayısal" kelimesinin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Sayısal kelimesi daha ziyade, bugünkü dönüştüğü haliyle bilişim etkinliklerini anlatıyor; dizüstünden telefona dek binlerce elektronik oyuncak.
Oysa bu teknolojilerin bileşkesinde peşinde olmamız gereken bilgi, sanıldığı gibi "bol" değil.
Bilgi, küresel krizin daha da belirginleştirdiği gibi, ekonominin en önemli girdilerinden biri. "Emek, sermaye ve hammadde" yanı sıra üretim faktörleri arasında yerini alan bilgi, onu üretenle bunu başaramayan arasında yepyeni bir uçurum oluşturmaya başladı.
Bu açıdan bakıldığında IMF İstanbul Kararları'nın özündeki kaygıyı ben "Bilgi Uçurumu" olarak nitelendiriyorum.
Bilgi Uçurumu, yalnızca uluslar arasında değil aynı ulusun bireyleri hatta aile fertleri arasında dahi "yeni sıkıntı alanları" yaratacak kadar önemli.
İstanbul'daki IMF protestolarının bize hatırlattığı, yoksulluğun her türlüsünün, şayet zengin-fakir uçurumu haline gelmişşe, en gelişmiş ulusların dahi başını belaya sokacağıdır.
Yoksulluk, kulağa daha ziyade, ekonomik mahrumiyeti çağrıştırıyor.
Oysa yoksul olma hali, özgürlükten, beceriye ve bilgiye dek daha geniş bir durumun ifadesi.
Özellikle bilgi yoksulluğu, bana göre tüm diğer türlerinden daha kalıcı ve vahim sonuçlar doğurmaya gebe.
Bilenle bilmeyenin bir olmayacağı kesin. Fakat bilemeyenlerin, bilgi yoksulluğuyla diğer tüm imkânlardan da mahrum olma akıbetine uğrayacağı bir çağda yaşıyoruz.
Bir ulusun veya bir bireyin gelir seviyesini belirlemek için, bulunduğu coğrafyaya bakılan çağ, geride kalıyor.
Bir kişi eğer Afrika veya azgelişmiş ülke vatandaşı ise onun yoksul olduğunu söyleyebiliyorduk.
Ama şimdi, bulunduğu coğrafyadan bağımsız, hatta ait olduğu aileden de bağımsız, zengin veya yoksul olmak mümkün.
Şimdilerde ve yakın gelecekte, bir bireyin gelir seviyesini tespit etmek için, eğitimin, bilginin hangi basamağında olduğuna bakıyoruz.
Yoksulluk haritasını çizmek için öteden beri kullandığımız fert başına milli gelir kavramı, artık eskisi kadar açıklayıcı olamıyor.
Eğer bilgi, tüm diğer üretimlerden daha önemli hale geldiyse, bunu üreten, elinde tutan ve yönetenlerin, bunu başaramayanlara karşı bir üstünlük sağlayacağı kesindir.
Günde 1 $'dan az geliri olanların, "aç", günde 10 dolardan az geliri olanların "yoksul" olarak adlandırıldığı günümüzde, bilgi yoksulluğu için bir örnek verelim:
Eğer bir günde 2500 kalori, 3 litre su ve 3 gigabit bilgiye erişiminiz yoksa, yoksul sayılıyorsunuz.
Ülkenize, kurumunuza, firmanıza ve kendinize bir de bu pencereden, bilgi uçurumu açısından bakmayı deneyin.