Dünya haritasını göz önüne getirin; göreceğiniz, "Zengin Kuzey"in kafalarda oluşturduğu bu haritada, Türkiye'nin tam ortada yer aldığıdır.
Dünyanın "orta yerinde" yapılan IMF zirvesi, belki de Küresel Kriz sonrasının şekillenmesinde tarihi öneme sahip olacak.
Bunu şimdiden söyleyemeyiz ama artık "son kullanma tarihi" çoktan geçmiş olmasına rağmen sırf yerine yenilerini koyamadığımız için hâlâ hayatımızdaki IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların da "dönüşmekte olduğu" kesin.
Ali Babacan'ın "IMF bu kez inandıramadı, bu yüzden imzalamadık" sözleri, İstanbul toplantılarının "sürpriz" çıkışı gibi algılandı.
Oysa Türkiye ile IMF arasındaki 20'nci dönem anlaşmalarının tartışma yerinin ve zamanının İstanbul Zirvesi olmayacağını biliyorduk.
Bilmediğimiz, "gündeme getirilen Türkiye-IMF Anlaşması"na böylesi sert tepki vereceğimizdi. Bu, algılatılmak istendiği gibi bir "retleşme" değil. Sadece pazarlık... Tıpkı Dünya Ekonomik Görünümü Raporu'nda IMF'nin Türkiye'den "kırılgan" diye söz etmesi gibi.
Burada asıl sorulması gereken; IMF'nin hayatımızda bundan sonra nasıl bir önemi olacağı ve "artık" nelerimizi belirleyebileceğidir.
Yarım asırdan fazladır hayatımızdaki IMF'yi yıllarca "insansız ekonomi istiyor" diye eleştirenlerdenim.
Bunu yaparken, özellikle 2001-2007 arasında Türkiye Ekonomisi için üstlendikleri rolü de minnetle anıyorum.
IMF'nin zaten "bildiği ezberleri"nin daha az işe yaradığını bizzat başındakiler de tartışıyor. Polonya ile Çin'e, Türkiye ile Meksika'ya "aynı reçete" sunmasını, % 60'ı doktoralı kendi uzmanları da eleştiriyor.
Fakat yapabildikleri bu ve % 60'ı doktoralı da olsa %100'ü bürokrat bu yapıda ellerinden gelenler "sınırlı".
Ankara'da oturduğu yerden Bitlis'in yerel dinamiklerini hesaba katmayan bizim DPT'li okumuş çocuklardan daha yetenekli olacaklarını beklemek, hatalı olurdu zaten.
2001 krizinden önce IMF ile imzaladığımız ve hiçbir işe yaramayan 17 programa göz gezdirenlerin fark edeceği şudur; "teşhis doğru ama tedavi uygulanmamış." Zira o dönemlerde bizler, IMF'yi "yangının ilk 24 saatinde kullanıp, alevler sönünce fırlatıp attığımız" söndürme cihazından farklı göremedik.
Vesayet koridoru
Söyledikleri daima; "mali disiplini koru, sübvansiyon yapma, ürettiğinden fazlasını tüketme, kazandığından fazlasını harcama, bütçenin iki yakasını bir araya getir."
Dedikleri doğruydu fakat bizler, özellikle kayıp yıllar olan 90'larda, son derece sorumsuz, popülist ve hovardaca tutumlar yüzünden "krizlerden öğrenir" bir tutum edindik.
Bugün IMF'nin söyledikleri, çok farklı değil. İşin tuhafı, "IMF'ye de sunulan" kendi Orta Vadeli Program'ımız, IMF'yi aratmayacak kadar "uyum" içinde. Bir bakıma kendimize IMF olmuş durumdayız. Fakat sorun; IMF vesayetinin devam edip etmeyeceği gibi sunulunca, kafalar karışıyor.
IMF, parasından ziyade duası makbul bir kurum. Onun vesayetindeki bir ülkenin "mali disipline daha fazla özen gösterdiği" ve bütçesinde fazlaca hovarda olmadığı kabulü vardır. Bu da ülkenin borçlanma maliyetini düşürdüğü gibi daha fazla dış kaynak girişine "doğal eğim" hazırlar.
Hal böyle iken IMF'ye karşı iki yüzlülüğün gereği yok.
Disiplini içselleştiremedik
IMF hâlâ "gerek şart"tır.
Ama artık "yeter şart" değildir.
Zira IMF bürokratlarının davranış reflekslerinin "kavrayamayacağı kadar" kaotik, karmaşık, dönüşen ve dinamik bir Türkiye vardır.
IMF ile anlaşacağımız kesin. Burada şartları da Türkiye'nin belirleyeceğini tahmin ediyorum. Nitekim Orta Vadeli Programı, Babacan'ın ağzından duymasaydık, Dominique Strauss Kahn'ı dinliyor sanabilirdik.
Krizlerden öğrenme becerimize bağladığım başarı; Türkiye'nin artık IMF'nin vesayetine, düne göre daha az ihtiyaç duyacağıdır.
Vesayet koridorunda gitmeye alışmış kadrolarımızın "daha akıllı ve daha cesur" yöneticilerle yenilendiği süreçte, bu "IMF gerekliliği" zaman içinde azalacaktır.
Fakat üretim ve mali disiplini henüz içselleştirememiş Türkiye'nin bir süre daha IMF ile yol alması, orta vadede bize fayda sağlayacaktır.