Tekstil, beyaz eşya ve otomotiv yan sanayi sektörlerinde bazı Türk şirketlerinin üretimlerini yurtdışına kaydırmayı planladıkları bir süredir iş dünyasında konuşulan bir mevzu. Hatta yatırımlarının bir kısmını Mısır ve Doğu Avrupa'ya taşıyan şirketler olmuş. Özellikle son dönemde TL'nin reel bazda değer kazanması, üretimde çalışmak isteyen yeterince eleman bulunamaması ve ücretlerde yaşanan artışın bu eğilimi tetiklediğine dair birçok anekdot anlatılıyor.
Emek yoğun ve/veya düşük kâr marjına sahip sektörlerde düşük nitelikli üretim tesislerini belli bir aşamadan sonra ülkede tutmak kolay değildir. Bu eğilimi, ekonomik ilerlemenin doğal bir yansıması olarak da yorumlamak mümkün. Geçmişte Japonya ve Güney Kore, daha yakın dönende Tayvan ve Çin gibi ülkeler böylesi sektörel değişimler yaşadılar/yaşamaktalar. Yaşı müsait olanlar Japonya'nın eskiden oyuncak ihracatçısı olduğunu hatırlayacaklardır.
Böylesi sektörel dönüşümlerin detaylarını iyi anlamak lazım. Eğer siz tekstilde fason üretimden çıkıp kendi küresel markalarınızı oluşturabiliyorsanız, sorun yok. Neticede sektörün düşük katma değerli alanlarını dışarıya taşıyıp tasarım, inovasyon ve pazarlama gibi daha nitelikli taraflarına geçiş yapıyorsunuz. Veya beyaz eşyada düşük teknolojili ürün gruplarının üretimini dışarıya aktarıp siz içeride daha yüksek teknolojili ürünleri üretip ihraç ediyorsanız, yine iktisadi açıdan başarılı bir hamle gerçekleştirmiş olursunuz.
Ancak, dışarıya giden yatırımların bizde benzer dönüşümleri sağlayıp sağlayamayacağı büyük bir soru işareti. Türkiye'de reel sektörün küresel ekonomiye entegrasyon yaklaşımı, Doğu Asya örneklerinden belirgin şekilde farklılık gösteriyor. Durum böyle olunca dışarıya giden yatırımların "erken sanayisizleşme" sorununa yol açma riski var. Mesele, Türk şirketlerinin yurtdışına yatırım yapması değil. Asıl önemli olan, giden yatırımlar yerine burada daha katma değerli yatırımlar yapılarak sektör içi veya sektörler arası dönüşümü gerçekleştirebilmek.
E-TİCARETTE YABANCI AĞIRLIĞI
Türkiye'nin en büyük e-ticaret platformlarından biri daha yabancılara satıldı. Böylece e-ticaret sektöründeki yabancı ağırlığı iyice arttı. Yanlış anlaşılmasın, yabancı sermaye düşmanı değilim. Doğrudan yabancı yatırımlar, ekonomileri daha yenilikçi hale getirerek ve sektörel dönüşümleri tetikleyerek, üretkenliği, ihracatı ve büyümeyi artırma açısından büyük bir potansiyele sahiptir. Tıpkı yukarıda saydığım Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi. Ancak, e-ticaretteki yabancı ağırlığının artması bazı açılardan düşündürücü. Öncelikle, e-ticaret, milli şirketlerin kendi çabaları ve teknolojileri ile atılım yapabilecekleri ve dünyaya açılabilecekleri bir alan. Yabancıların agresif yatırım stratejileri, sektörden elde edilebilecek milli katma değer için gerçek potansiyele hiçbir zaman erişememe riskini doğurabilir. Rekabet açısından dengelerin şaşması durumu da var.
E-ticaretin veri anlamında tam bir maden olduğunu da unutmayalım. İnsanların tüketim davranışından şirketlerin ticari bilgilerine kadar binlerce, milyonlarca veri bu platformlarda toplanıyor. Bu veriler, tüketicileri pazarlama teknikleriyle etki altına alma ve şirketleri platformlara bağımlı hale getirme gibi hususlar açısından oldukça etkili olabiliyor. Böylesi değerli verilerin büyük oranda yabancı şirketlere akmasının risklerini de hesaba katmak gerekiyor.
Maalesef bizim yabancı yatırımlara yönelik tecrübelerimiz Doğu Asya'dakiler kadar parlak değil. Onlarda doğrudan yabancı yatırımalar ekonomiyi dönüştürdü, geliştirdi; reel sektörü daha etkin kanallar üzerinden küresel ekonomiye entegre etti. Bizde ise içerideki bazı grupları daha fazla zengin ediyor, dışarıya yüksek kâr transferini besliyor ve belli sektörleri gittikçe oligopolcü bir yapıya büründürüyor. Sonuçlar arasındaki bu ayrışma reel sektörün küreselleşme yaklaşımı, strateji ve politikalardaki farklılıklarla ilintili.
İSLAMİ FİNANS SİSTEMİNİN AÇMAZLARI
İslam İktisadı Araştırma Merkezi (İKAM) tarafından düzenlenen İslam İktisadı ve Finansı Zirvesi'nin bu hafta on ikincisi düzenlendi. Zirvenin akademik açılış konuşmasını INCEIF Üniversitesi'nden Prof. Dr. Obiyathulla Bacha yaptı. Bacha, sunumunda İslami finans sistemine dair çarpıcı tespitlerde bulundu.
İslami finans sistemi 2008'deki küresel krizi döneminde geleneksel finans sistemine kıyasla daha dirençli kalmayı başarmıştı. Kapitalist sistemdeki çatlakların derinleştiği bu dönemde İslami finans, etki alanını genişletmek için iyi bir fırsat yakalamıştı. Hatırı sayılır bir büyüme de yaşandı.
Öte yandan krizi sonrası açılan fırsat penceresinin çok da iyi değerlendirildiğini söylemek mümkün değil. İslami finans sistemi bankacılık hizmeti ağırlıklı yapısından kurtulamadı. Bugün İslami finans sektörünün yüzde 70'i bankacılık ağırlıklı bir yapıya sahip. Sermaye ve para piyasası araçları gelişim göstermesine rağmen yeterince derinleşemedi. İslami finans sisteminin fiyat belirleme özelliği güdük kaldı. İslami finans, tıpkı geleneksel finans kurumlarında olduğu gibi LIBOR'u gösterge/referans almaya büyük oranda devam ediyor. İslami finans sistemi içerisinde gerçek anlamda ortaklığa ve risk paylaşımına dayalı finansal kurumlar ve enstrümanlar fark yaratacak nitelikte gelişemedi. İnovasyonun olmadığı yerde genel eğilim imitasyona kaydı. Tüm bunlara rağmen, İslami finans sektörünün özü temiz ve potansiyeli yüksek. Buna kuşku yok. Yeter ki imitasyona kaçmadan faydalı ve bereketli inovasyonlar ile yola devam edilsin.