Hayatta olduğu gibi ekonomide de her tercihin bir "fırsat maliyeti" vardır. Türkiye, küresel ekonomide normların altüst olduğu, uluslararası ticarette korumacılığın arttığı, diplomasiye şans tanımak için bile önce askeri güç kullanımının zorunlu hale geldiği, pandemi şartları nedeniyle pek çok alanda ezberlerin bozulduğu zorlu bir süreci, zorlu bir coğrafyada yönetiyor.
Bu kritik geçiş döneminde...
Bir yandan kısa vadeli ve yakıcı sorunların aşılması, diğer yandan da kamudan özel sektöre kadar her noktada orta-uzun vadeli bakış açısının yeniden yerleştirilmesi gerekiyor.
Eldeki veriler, "yeni ekonomik gerçekliğe" işaret ediyor. Yani, alınan rasyonel kararların Türkiye'ye özgü ve esnek olması da ön plana çıkıyor.
***
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın bugün açıklayacağı orta vadeli programın birtakım rakamlar dizisinden ziyade ekonomideki yeni gerçeklikler bağlamında değerlendirilmesi kaçınılmaz olacak. Kuşkusuz ekonomi politikalarının dünü ve bugününe dair çok şey söylenebilir. Ancak ben, "olmazsa olmazlara" işaret etmeyi görev biliyorum.
Türkiye ekonomisi mutlaka büyümelidir. Haklı ve makul gerekçeler yüzünden Türkiye, son yıllarda arzu ettiği ölçüde büyüyemedi. Büyüme performansı, her bireyin pastadan aldığı payın artışı kadar, borç stoku ve bütçe açığının milli gelire oranının düşmesi, geleceğe dair olumlu görünüm için de zorunludur. 2021-2023 döneminde büyümenin öncelenmesi isabetlidir.
Türkiye, kamu yatırımlarından asla fedakârlık yapmamalıdır. Kamu yatırımları ülkenin her köşesine, her vatandaşına erişmek, onların hayat standardını yükseltmek anlamına geldiği gibi büyüme dinamiklerinin kalıcılığı bakımından da önemlidir. Yeni bir kamu yatırım hamlesinin bu program kapsamında olması sevindiricidir.
İş ve aş davası ekonomik kararların merkezinde kalmayı sürdürmelidir. İstihdam önceliğinin mikro ölçekli paketlerin yanı sıra genel ekonomik yaklaşımın özünü oluşturması da doğrudur.
Türkiye, "Kendi yağı ile kavrulabilir mi?" sorusu, "Evet mümkündür" cevabını hak etse de ekonominin yüksek oranlı büyümesi, aynı zamanda dış kaynak temini ile de ilgilidir.
"Rekabetçi kura dayalı ihracat" söylemi yıllardan beri gündemdedir. Güncel göstergeler de teyit etmektedir ki ihracattaki artış oranı, kur artışı ile doğru orantılı seyretmemektedir. Zira ihraç ürünlerinde gözlenen girdi maliyeti artışı, kur kaynaklı göreceli avantajı kısa sürede ortadan kaldırmaktadır. Esas olan verimlilik artışı ve ihracata dayalı üretimde kullanılan ara malların Türkiye'den tedarik edilmesidir. Orta vadeli programın bu yöndeki duyarlılığı yerindedir.
Enflasyon, ekonomideki kötülüklerin anasıdır. Enflasyonu hızlı biçimde tek haneye düşürme iddiası ile mevcut şartlar gereği kontrol altında tutulması arasında ince bir çizgi vardır. Ekonomik programın bu çizgide dikkatli ilerleme niyeti anlaşılabilirdir.
Ve nihayet...
Sinyaller... Parasal genişlemenin ve kredi arzındaki yukarı yönlü eğilimin duracağı yönündedir. Tam da bu nedenle Türkiye'nin yüksek faiz sarmalına girmemesi, yani resesyonla sonuçlanacak tuzağa düşmemesi hayati önceliktir. Ekonomik programın orta vadeli duruşunun bu riskleri gözetmesi ve ihtiyatlı yol almayı düşünmesi önemli bir teminattır.