Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın en büyük idealinin, Ankara'daki klasik devlet işleyişini dönüştürmek ve millete kalıcı özgüven yüklemek olduğu söylenebilir.
"Öğrenilmiş çaresizlik" zincirlerini kırmış, yerli ve milli davranan, ulusal çıkarlar için gerektiğinde her türlü riski göze alabilen kadroların varlığı ve devamı Cumhurbaşkanının hâlâ öncelik verdiği konulardan biri olmayı sürdürüyor.
Erdoğan'la, O'nun tüm siyasetini dayandırdığı milli irade arasındaki bağları zayıflatmayı, Türkiye Cumhuriyeti liderliği ile Türk milletinin arasını açmayı hedefleyen her türlü projenin er ya da geç akamete uğraması kaçınılmazdır.
Bunun belirgin nedenleri söz konusu...
Birincisi: Erdoğan'ın meşruiyet esasıyla gerçekleşmesine öncülük ettiği anayasa reformu.
İkincisi: Türk milletinin uyanışı!
Üçüncüsü de Cumhurbaşkanının savunduğu milli menfaat çerçevesi ile uluslararası alandaki adalet çağrısının Türkiye'nin vicdanında mutlak karşılık bulması.
Bir başka anlatımla...
Erdoğan öyle bir zemin inşa etti ki "Erdoğansız Türkiye" denklemi kurma plânından vazgeçmeyenlerin ezberleri, dün olduğu gibi bugün ve yarın da bozulmaya mahkumdur.
Kaldı ki...
Erdoğan, coğrafyamızda istikrar ve refah, dünyada samimi barış isteyen tüm tarafların konuşabileceği, kazan-kazan anlayışıyla mesafe alabileceği, sözüne güvenilir nadir liderler arasındadır...
Öyle olduğu içindir ki...
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, önceki akşam yaptığı telefon görüşmesi öncesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'na hitabını özellikle dinleme gereği hissediyor. Notlarını alıyor. Ve bu detayı, ikili görüşmede de vurguluyor. Türkiye ile karşı karşıya geldiği pek çok konuyu parantez içine alsa da "Değerlendirmelerinizin çoğuna katılıyorum" diyebiliyor.
Ege'de ertelenmiş dosyalar, Doğu Akdeniz'de ise deniz yetki alanları ile enerji kaynaklarının paylaşımı noktasında Türkiye ve Yunanistan'ı karşı karşıya getiren süreç, "Ancak sahada olan bir devletin aynı zamanda masada da var olacağını" bir kez daha teyit ediyor.
İngiltere'nin ayrılışı ve Almanya'da Merkel'in aktif siyasetten çekilmeye hazırlanışı sonrasında bocalayan AB için, "Doğu Akdeniz ve Türkiye" gerçeği tarihi bir sınamaya dönüştü.
Küresel ölçekte cazibesi, bölgesel ölçekte de etkisi giderek erozyona uğrayan AB, yeniden dayanışma içinde hareket etme iddiasını Ankara'ya yaptırım seçeneği üzerinden hayata geçirmeye çalıştı. Ancak, karşısındaki Türkiye'nin eski Türkiye olmadığını gördü. Kuşkusuz Ankara açısından AB ile sorunlu çizgide duran ama Avrupa ile derinlik kazanan ilişkilerin sürdürülebilirliği, özellikle ekonomik sahadaki önemi ile kayda geçti.
AB liderliğine oynayan Almanya'nın çabası, Fransa'nın ise Akdeniz ittifakı üzerinden kurmak istediği alternatif Avrupa dengesi, nereden bakılırsa bakılsın Türkiyesiz bir tasavvuru mümkün kılmıyor.
Ayrıca...
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye karşı kullandığı göçmen tamponu rolü ile AB'nin, Atina'daki Türkiye karşıtlığından beslenen patolojik ilişkisi de artık anlamını yitiriyor.
Özetle...
"Erdoğansız Türkiye senaryosunun" iç ve dış siyasal mühendisleri de gayet iyi biliyorlar ki...
Ankara ile işbirliğinin getirisi ile Ankara'ya karşı tavrın maliyetini herkesin hesapladığı bir dönem başladı.
Yani...
Ankara'nın ayarları ile oynama devri kapanalı çok oldu!