Bir süredir Ankara'da, kurumlar arası çatışma tezi geniş taraftar buluyor. Tezin sahipleri, hükümetle-asker, yargıyla hükümet, istihbaratla-emniyet arasında benzeri görülmemiş çekişme yaşandığını, güvensizliğin had safhaya çıktığını savunuyor. Aslına bakılırsa, somut olaylar yan yana konulduğunda, bu kaygıları pekiştiren örneklerin sayısı da artıyor. Özellikle CHP Lideri Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "gerilim kaynağı" olarak tanımladıkları bu tabloyu sıkça dile getiriyor.
Buna karşın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, alt düzey personel arasındaki yetki tartışmasının tüm kurumların birbirine girdiği gibi yorumlanamayacağını savunuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da kurumsal çatışma iddialarını reddettiği gibi kişisel yanlışların tüm kurumlara mal edilemeyeceğini güçlü şekilde dışa vuruyor.
***
Esasında yaşanan gerçekliğin
"kurumsal değil kuramsal çatışma" olduğunu söylemek mümkün. Bunun iki temel dayanağı var...
1- Anayasal bazı kurumların, kuramsal olarak tanımlı rol ve görevleri dışında pratik hayatta kazandığı yetki genişliği artık daha fazla sorgulanıyor. Kurumlar, demokratik standartların yükselmesine, sivil siyasi havanın solunmasına paralel olarak sancılı bir şekilde doğal sınırlarına çekiliyor.
2- Daha önce, hep koruma ve kollama güdüsüyle dokunulmazlık kazanan kurumların, hukuk devletinin temel ilkeleri dışında bir zırha bürünemeyeceği iyice anlaşılıyor. Zira askerle polisin veya askerle-sivil hâkimin kesişim noktası eskiden farklı idi. Mutlak olarak taraflardan birinin hata yapmayacağı varsayımına oturtulan ilişki biçimi birbirlerini görmezden gelmelerini sağlamaktaydı. Oysa şimdi, kuşkulu durumların ortadan kaldırılması için mahrem alanlara girilmesine bile imkân tanınıyor. Kurumlar bir tür dış denetimden geçmeye razı oluyor.
***
Baştaki konuya dönecek olursak kurumsal çatışma teorisinin merkezine maalesef askerin yerleştirildiğini söylemek durumundayız. Üstelik Türkiye'nin demokratikleşme çabaları neredeyse bilinçli bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı konuşlandırılıyor. Askerin, sivil sahada gezinme geleneği ile son dönemde yakalanma biçimi de "asimetrik yorumlara" cephane taşıyor. Biraz daha netleştirmek gerekirse, devletin zirvesindeki pozisyonları şöyle okumak mümkün:
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un, rutin dışına çıkmaya kalkışan askeri personeli TSK bünyesinde barındırmayacağına ilişkin sözü geçerliliğini koruyor. Org. Başbuğ'un yüksek sesle yakındığı
"asimetrik psikolojik harekâtı" ise Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın da dikkate aldığı anlaşılıyor. Asker, makul sınırlar içinde sahipleniliyor. Böylece, daha az konuşması, siyaset yapıyor gibi görünmemesi temin ediliyor.
Öte yandan, sivil cephe de Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere muhtelif karargâhların bünyesel kontrolleri tamamlamasını ve varsa demokrasiyi zedelemeye teşebbüs edenleri ayıklamasını bekliyor.
Karşılıklı adımların atıldığı bu süreçte, askeri sivile, sivili askere yakınlaştıran en önemli unsura gelirsek... Dış istihbarat örgütleri bağlantılı senaryoların puslu havada ustaca sahneye konulduğuna ilişkin ipuçları yakın işbirliğini ön plana çıkartıyor. Bu son bilgi, Türkiye'nin bölgesel güç kapasitesini frenlemeye çalışan uluslararası faktörlerin ihmal edilmemesini gerektiriyor. Hatta Reşadiye (Tokat) Olayı'nın gerisinde de sınır ötesi unsurların parmak izine rastlanıyor.
Konjonktür, kurumlar arası endişelerin en aza indirilmesini, çatışma riskinin bertaraf edilmesini, durumdan vazife çıkaranların himaye edilmemesini zorunlu kılıyor. Bu bıçak sırtı denge iyi yönetilirse, iç tansiyonun düşmesi, dış gelişmelere daha fazla yoğunlaşılması mümkün. Ama güven ve samimiyet katsayısı düşerse, kurumlar arası geçici ittifakın bozulması, yeni sürprizler yaşanması da ihtimal dahilinde.