Cumhuriyet'in 100. yıl perspektifi hakkında bir gazeteye konuşan Rahmi Koç şöyle söylüyor:
"Devlette 5.5 milyon kişi çalışıyor. Buna askerler dâhil değil. Dolayısıyla 2 milyon kişiyle bu devlet rahatlıkla döner. 600 milletvekili var, 200'üyle rahatlıkla hallolur."
Kesinlikle katılıyorum. Memur cumhuriyetiyiz.
Ancak Rahmi Bey'in mülakatının devamında söyledikleri, liberal yaklaşımıyla çelişiyor:
"O bakımdan nüfus artışı çok önemli. Bunu rahmetli babamız zamanında görmüş ve Aile Planlaması Vakfı'nı kurmuş. Bunun üzerine bugün çalışılıyor. 5 yıllık, 10 yıllık planlar yapılmalı, onlara uyulmalı. Hangi hükümet gelirse gelsin o bayrağı daha da ileri götürmeli. Ben ikinci yüzyılı böyle görüyorum."
Nüfus artış hızının düşmesinin Avrupa'yı nasıl zorladığı bir yana yaşamın doğal dengesine müdahale etmek devlete mi kaldı?
***
YEREL SEÇİM Mİ DAHA TEHLİKELİ ORMAN YANGINI MI?
Birkaç yıl önce Ege ve Akdeniz'de orman yangınlarının konuşulduğu günlerdi.
"Hatırlıyor musunuz?" demeyeceğim; çünkü unuttuğunuzu biliyorum.
Zira yine çok hislenmiştik. Sosyal medyada yangınlar devam ederken başka konuda içerik paylaşanlar bile aşırı bilinçli ve duygusal vatandaş tarafından ruhsuz diye linç ediliyordu.
Canlı yayınlarda gözyaşları sel olup akıyordu.
Herkes "sermayenin" imara açmak için ormanları yaktırdığına adı gibi emindi.
İtfaiyeciler, söndürme uçaklarının pilotları canlarını veriyor, herkes dişini tırnağına takmış alevlerle mücadele ediyor; ama tüm bu çabalar "göstermelik" diye küçümseniyordu.
Gezi'den beri böylesine çevre duyarlılığı görülmemişti.
Geçen hafta sonu yine "dünyanın en çevreci halkının" yaşadığı ülkemin ormanlarındaydım. Antalya'nın deniz kıyısındaki ormanlarında, yaylalarında saatlerce yürüdüm.
Manzara diğer bölgelerde gördüğümden farklı değildi.
Yer gök iki üç katlı, daha tamamlanmadan ne kadar çirkin olacağı anlaşılan betonarme inşaatlarla dolu.
Sahipleri de o dönem Kazdağı'nın güzelim eteklerine diktikleri çirkin yazlık sitelerinden "Ciğerlerimiz yanıyor" diye söylenen şehirlilerin ezgisine kanon yapan memleketin orman köylüleri.
Çıplak gözle de anlaşılıyor; ama yine de sordum soruşturdum... Bu bölgede orman yangını çıkmamış. İnşaatların yoğunlaşmasının, talanın, yaylaların, ormanın içine edilmesinin sebebi, üç-dört ay sonraki yerel seçimin fön rüzgârıymış.
Yerel yönetimler de denetimleri, mevzuatı gevşetmişler.
"İmar faaliyetleri durdurulsun" demiyoruz tabii ki. Ama hiç olmazsa doğal dokuya uyumlu, sırıtmayacak bir yapılaşmaya müsaade edilebilir.
***
İNSAN İKLİMİ DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?
Hafta sonu alarm verildi, belediyelerden, AFAD'dan cep telefonlarımıza uyarı mesajları geldi.
Ülke çapında yaşanan fırtınalarda hayatını kaybedenler oldu.
Manzarayı peşinen insan faktörüyle izah edenler çok.
Evet, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ölçtüğümüz kadarıyla daha önce benzeri yaşanmayan doğa olaylarına şahit oluyoruz. Tropikal iklimlerde, okyanus kıyılarında görmeye alıştığımız hızda rüzgârlar dünyaya yayıldı.
Ancak atmosfer olayları gibi büyük çapta hareketlerde insanoğlunun faaliyetlerinin "iddia edilen oranda etkili olduğuna" dair şüphelerim var.
Bu görüşü ifade edince suçmuş gibi "iklim değişikliği karşıtı" diye yaftalanıyorsunuz.
Karşı argüman olarak da sıkça, "Pandemide üretim yavaşladı, arabalar daha az kullanıldı. Doğa nasıl kısa sürede kendine geldi? İstanbul Barbaros Bulvarı'ndan Uludağ görünüyordu yahu" yorumlarını dinliyorsunuz.
Oysa bu tez tam olarak benim gibi düşünenlerin kuşkularını destekliyor. Doğa, bizler daha az karbon salınca hemen toparlanabiliyorsa iklime etkimiz abarttığımız kadar olamasa gerek.
Kaldı ki içinde bulunduğu evrende bir toz zerresi kadar bile olmayan yerküremizi, üzerinde yaşayan insanların dışında dışarıdan etkileyen milyarlarca parametre var.
Elbette "Doğayı hoyratça kullanalım" diyecek hâlim yok. Dikkat çekmek istediğim, dünyayı en çok kirleten gelişmiş ülkelerin önayak olduğu küresel iklim değişikliği söylemindeki coşkuları.
Siz de işkillenmiyor musunuz?